KUZEYİN NİHAİ UYANIŞI 10

13 5 1
                                    

Devlet orduları üçüncü ve dördüncü kola karşı saldırıyı başlatmıştı. Fakat birinci ve ikinci kolda yaptıkları hasarı bu saldırıda yapamamışlardı. Hatta üçüncü ve dördüncü kol o kadar iyi bir tabiye oluşturulmuştu ve o kadar iyi siper almıştı ki aralarında ölen kimse olmamıştı. Bunun en büyük nedeni iyi siper almalarından çok dağın en yukarısında olmalarıydı, aşağıya doğru nişan almak daha kolaydı dolayısıyla örgüt nişancıları karşı tarafa yüksek zaiyat verebiliyordu ama Restebir ve Kulümlüler bu zaiyatlara karşı bir geri dönüş veremiyorlardı çünkü yukarıya doğru nişan almak oldukça zordu. Okların çoğu o rakıma ulaşmıyordu bile. Restebir ve Kulüm ordusu bundan dolayı dezavantajlı görünse de asker sayısı olarak büyük bir avantaja sahiplerdi. Bu sefer Fatih'in tahmin ettiği şekilde olmamıştı, ordu üçüncü ve dördüncü koldan tek bir düşmanını bile öldüremediği için geri çekilmek yerine daha çok dağlara doğru ilerlemeye başladılar çünkü kaybedecek birşeyleri yoktu ne kadar zaiyat vermiş olsalar bile. Örgüt askerleri düşmana ne kadar zaiyat yaparsa yapsınlar, bu ordunun sadece uzak mesafe dövüşü ile kaybetmesi imkansızdı. Kulüm orduları, örgüt ateşi kestiği ve siper aldıkları için kendilerinden korktuklarını düşünüp daha çok ilerlemeye ve daha çok saldırmaya başlamışlardı. Askerler kayadan kayaya geçerek siper alıyor, birinci ve ikinci kolda kalan askerlere saldırı devam ettiriyorlar, aynı zamanda dağın tepesine doğru ilerliyorlardı. Bu durum iki taraf için de ne kadar riskli olsa da aslında Fatih'in ordusu için daha avantajlıydı. Ne kadar yakın olurlarsa onlara doğru bir yakın saldırı uygulamak o kadar kolay olacaktı. Muharebe tüm herşeyiyle devam ediyordu. Örgüt ordusu oran olarak daha az hasar almıştı fakat şu anki durumda hala geride gözüküyorlardı. Kulüm ve Restebir orduları yaklaştıkça yaklaşıyor, saldırıkça saldırıyorlardı. Restebir ve Kulümlüler tüm güçleriyle saldırırken bir anda birinci ve ikinci kolun olduğu bölümlerden sesler yükselmeye başladı. Orada hayatta kalan askerlerin çığlığıydı bu. Çok acı, çok içten ve tüm sesleriyle çığlık atmaya başlamışlardı. Ses o kadar çok rahatsız edici ve korkutucuydu ki, dağın altında kalan diğer örgüt kolları ve Restebir orduları bile sesten dolayı anlık duraksamalar yaşamışlardı. Bazıları etkisinden ellerindeki yayları bırakıp kulaklarını kapadı. Bu acı çığlıklar dakikalarca devam etti. Ses dağların arasından yaptığı yankıyla dakikalarca orduları rahatsız etmişti. Ses kesildiğinde Restebir ve Kulüm komutanları bu çığlıkların mağlubiyetteki hüzünden dolayı olduğunu ve son yaptıkları şey olduğunu düşünmüşlerdi. Belli ki birinci ve ikinci kolu bırakıp kalan tüm ordu kaçmaya başlamış ve bu yaptıkları çığlıklarla kendilerini oyalayacaklardı. Restebir ve Kulüm komutanları askerlerine tüm güçleriyle saldırmalarını emrettiler. Mevzilenip siper almış tüm askerler bir anda atağa geçti komutanların emriyle birlikte. Birkaç adım önlerinde olan beşinci ve altıncı kolu fark etmek üzereydiler. Beşinci kolun komutanı Fatih ve altıncı kolun komutanı Lena siperin altında, saldırı emiri için "onları" bekledi. Kulüm ordularından bir asker hızla ilerliyorken ayağına yumuşak kar olmayan bir şey takıldı ve düştü. Başta ne olduğunu anlayamadı. Bastığı yeri kontrol etmek amacıyla ayağa kalkıp oraya geri döndü. Bu sırada komutanları koruyan askerler hariç tüm kuvvetler dağa doğru hucüm ediyordu. Asker karın üstünde belli bir şekli olmayan bir büyüklük farketti. Eliyle karı temizlemeye kalkıştı. Asker üstünü temizlediği de Örgüt Reis'i Fatih'le karşılaştı. Fatih yüzü açılır açılmaz yassı kılıcı ile Kulümlünün kafasını kesti. Fatih'in yüzünde bir volkanı aktifleştirecek kadar öfke varmış gibi görünüyordu. Yüzü kana boyanan Fatih üstündeki karı silkeleyip "Şimdi" diye bağırmaya başladı tüm öfkesiyle. Fatih ayağa kalkar kalkmaz etrafındaki tüm Restebir ve Kulümlüler ona karşı pozisyon alıyordu ki. Hayatlarının şokunu yaşadılar. Hatta hayatlarının son anını yaşadılar. Yerin altında gizlenmiş yüzlerce örgüt askeri yerin altından çıkıp mızraklarını tek tek düşmanlarına saplıyordu. Hepsi bir anda çıkmak yerine her saniye birer birer çıkıyorlar ve devlet askerlerini korku psikolojine sokuyorlardı. Her bir Kulümlü, her bir Restebirli asker kendi altından asker çıkacak korkusuyla hareket dahi edemiyorlardı. Üçüncü ve dördüncü kol devlet ordularının afallamasını fırsat bilip tekrar saldırıya geçtiler. Lakin çok dikkatli atış yapıyorlardı çünkü kendi askerlerini vurabilirlerdi. Fakat devlet askerlerinin geride kalan okçuları ateş edemiyordu çünkü kargaşanın çok büyük bir kısmını devlet güçleri oluşturuyordu. Rastgele bir ok salladığınız zaman bunun örgüt üyesi yerine devlet güçlerine denk gelmesi çok muhtemeldi. Bu yüzden iki hükümetin komutanları ateş emri vermedi. Yüzlerce Restebir ve Kulüm askeri çaresizce can veriyordu dağın yamaçlarında. Bu onların yıllarca karşı tarafa yaşattığı çaresizliğin yanında hiçbir şeydi son özgürlük savaşçıları askerlerine göre. Direnmeye çalıştıkça beklenmeyen bir yerden kılıç darbesi yiyor ya da oklarla alaşağı ediliyorlardı. Bu şaşkınlık ve korku içerisinde yüzlerce devlet askeri orada can verdi. Tuzak üzerine kurulu bir muharebede bir kez daha tuzağa düşmüşlerdi. Bu sefer yüksek derecede dezavantajlı haldeydiler. Ellerinde yay ve okları varken bir anda yakın dövüş saldırısı başlamıştı. Örgüt askerleri zaten tuzaklardan ve çığlıklardan morali ve psikolojisi düşen devlet ordularının daha da disiplinini kaybetmesi için bağıra bağıra saldırıyordu. Önde kalıp tuzağa düşen tüm devlet askerleri talan olmuştu. Geride kalan askerler nişanlarını örgüt askerlerine çevirdi. Yerden tamamıyla kalkan örgüt orduları General Lena'nın emri ile mevzilendirildi. Geride kalan Restebir ordusu örgüte taaruza etmeye devam ediyordu ama nafile. Örgütte önde duran iri kalkanlı askerler zaiyatı önlüyordu. Bağıra bağıra tüm süratiyle Restebir ve Kulüm ordularının üzerine yürüyorlardı. Hem de onlardan sayı olarak binlerce rakam az olmalarına rağmen. Yakın saldırı ciddiye bindiğinde ordu askerleri tamamen uzak atışı bıraktı ve onlarda yakın saldırıya başladı. Üçüncü ve dördüncü kol kimin nerede olduğu belli olan bir manzarayla karşılaşınca atış sayılarını arttırdılar. Özgürlük ordusu muharebede aşağı yukarı iki bin kişiydi ama Fatih'in taktikleri ile öyle bir durum ve pozisyondalardı ki sayıları normalinden on kat daha fazla hissediliyordu. Restebir komutanları bu gördüklerini onlara anlatılan gizemli "Efsaneler"in bir kıvılcımına benzetmişlerdi. Düşman her iki taraftan saldıran askerlere karşı etkisiz kalıyor, bir de üstüne üstlerine ok yağmuruna karşı direnmeye çalışıyorlardı. Özgürlük orduları yıllanmış kinini, tüm öfkesini ve tüm gücünü bu zamana saklamış ve şu anda kullanıyordu. Yakın dövüşte tek bir özgürlük savaşçısı bile içinde beslediği öfke ve zor şartlardaki eğitimleri sayesinde beş Kulüm askerine denkti. Kulümlüler üzerlerine gelen orduda öldürdükleri insanların ruhunu hissediyordu. Sanki öldürdükleri her insanın ruhu, örgüt askerlerine güç veriyordu. Sanki hepsi o muharebenin içindeydi. İhtişamlı muharebe devam ederken Kulüm ve Restebir orduları geri çekilmeye başlamıştı. Örgüt askerleri önüne gelen tüm askerleri biçiyordu. Fatih başını kaldırdığında devlet ordularının geri çekilmeye başladığını gördü. Muharebede en arkada kalan askerlerine dönerek kolundaki özel yassı kılıcı havaya kaldırdı ve sallamaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini iyi biliyorlardı. En arkada kalan askerler taşıdıkları dev borazanları çıkarıp üflemeye başladı, aynı zamanda mızraklarını havaya kaldırıp mızraklarının ucuna yerleştirdikleri flamaları sallıyorlardı. Restebir ve Kulüm komutanları bunun psikolojik üstünlük için yapılan bir kandırmaca olduğunu düşünmüşlerdi bu noktada. Örgütü yok etmeye gelmişken başarısızlıkla başlayan muharebede şimdi de düşmanlarının erkenden zafer kutlamaları yapmaları onları çılgına döndürmüştü. Dağdan aşağıya doğru öylesine bir insan dalgası geliyordu ki bunların arasından devlet askerlerini ayıklayıp örgüt askeri olanlara karşı bir düzen oluşturmak neredeyse imkansızdı. Ayrıca bu dalga kendiliğinden duracak gibi değildi. Bir kişi dursa arkasından gelen hızını alamayacak ve ikisi birden aşağıya yuvarlanacaktı. Bu yüzden binlerce kişi hızını alamadan aşağıya koşuyordu. Restebir komutanları ani bir karar aldı. Geri çekilen askerler dahil olmak üzere dağdan aşağıya inen herkes için bir düzen oluşturulacaktı. Gelen herkese karşı bir duvar oluşturulursa dost düşman farketmeksizin tüm herkes orada duvara toslayacak ve kalabalık esnasında istemsizce silahlar birbirlerini öldürecekti. Restebirliler dağın aşağında mevzilenen tüm askerlerine bir duvar oluşturmaları için duvar düzeni oluşturdular. En başlarında dev kalkanlar bulunacak, momentumu yenmek adına tüm askerler kalkanlara yüklenecekti. Ayrıca her kalkanın arasına mızraklar yerleştirilecek ve bu sayede hızını alamayan herkes orada can verecekti. Bu sırada plan tekrar akıllara serpildi.

-Fatih birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı kolun görevini anlatıp yerlerini gösterdikten sonra hala mevzilendirilmeyi bekleyen asker kalmıştı. Fatih :
-Evet, aramızda hala asker var. O kadar plana rağmen hala tedbirli olmamız gerek. Çünkü bu hepimizin bu zamanki hayatı boyunca çarpıştığı en riskli savaş olacak. Düşmanın geri çekilmesi veya bizim tuzağa düşürülme ihtimalimiz var. Bu ihtimale karşı son kolu oluşturacağız. Düşmanın geçeceği yolun bir tarafında altı kol bulunurken yedinci kol bu altı kolun tam karşısında yer alacak. Düşman bize yüzünü döndüğünde ve acil ihtiyaç duyulduğunda siz devreye gireceksiniz.
Artık tüm askerlere görevleri verilmişti. Fatih, herkesin dostlarıyla sarılmalarını istedi. Son kez birbirlerine sarılan askerler birbirlerine bir kez daha sarılabilme umudu ile gözlerinin içlerine bakıyorlardı.

Fatih yedinci kol komutanı için Kıdemli Albay Ailbe Subliliter'i atadı. Tüm konuşma bittikten sonra Albay'ın yanına gitti Fatih. Elini omzuna attı ve gözlerinin içine baktı :
-Ailbe, askerlik yıllarında çok cesur ve pes etmez biriydin. Hep başarısızlık yaşamıştın belki ama hayatının hiçbir noktasında senin umutsuzluğa sürüklendiğini görmedim. Bu yüzden sana bu görevi veriyorum.

Ailbe Fatih'ten aldığı övgüler karşısında göğsü kabarmıştı. Ailbe, Fatih'ten yaşça büyüktü lakin her zaman ona büyük saygı duymuştu. Fatih, onları bir araya getiren, isyan ruhunun yaşamasını sağlayan adamdı ona göre. Fatih Ailbe'nin kabaran göğsüne yumruğu ile dokundu :
-Çocuklara ne kadar umut ve hırs aşılaşmış olsam da karşımızdakiler çok güçlü Ailbe. Onca tuzağa, akıl oyununa rağmen muharebe aleyhimize seyredecektir. Albay, sana emirden öte yalvarıyorum. Bu çocuklar yaşamalı. Bu çocuklar zaferi tatmalı, ve burada kuşkusuz en büyük kozumuz sen olacaksın.

Ailbe'nin gurur dolu kabarışı bir anlığına şaşkınlığa, büyük bir sorumluluk duygusuna dönüşmüştü. Ailbe'nin göz bebekleri büyümüş şekilde Fatih'e bakıyordu. Fatih elini Ailbe'nin göğsünden çekti ve muharebe meydanına doğru yürümeye başladı. Ailbe Fatih'e bakıyordu. Fatih arkası dönükken Ailbe'ye :
-Kaybetmek istemiyorum Albay.--

Muhtemel Olmayan Seçimler : Mutlak Kavga - Kuzeyin Nihai UyanışıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin