Hayatımı tek kelime ile tanımlayacak olsaydım bu kelime "sevgi" olurdu. Ve yine bir cümle ile tanımlama şansım olsaydı bu cümle şöyle olurdu: Kendini sevmeyi bilmek. Ailemi seviyordum, arkadaşlarımı ve Göknil'i ama en çok kendimi. Çünkü bana göre bir insan kendini sevmiyorsa birini sevemezdi ya da kendine saygı duymuyor ise başkasına da saygı duymazdı. Bunun için insanın ilk öğrenmesi gereken kendini sevmesi olmalıydı; kendine değer veren başkasına da değer verirdi. Bir insan kendini sevmeyi öğrenemeden nasıl bir başkasını sevebilirdi?
Kendimi seviyordum ve kendim ile barıştıktım işte tam bu yüzden başkalarını da sevebiliyordum. Ben, sevdikleri ile büyüyen, sevilerek büyütülen bir çocuktum. Sonra sevilmeyi öğrendiğim gibi sevmeyi de öğrendim; ailemin bana öğrettiği gibi en saf ve en yalın şekilde, bana öğretildiği gibi içten.
Sırf bu saf sevgi yüzünden ve tanımadığım insanları düşünmektense kendimi düşünme huyum yüzünden "egoist" hatta "narsist" bile dediler. Kendini sevmek ve kendin ile barışık olmak ne zamandan beri egoistlik oldu bilmiyorum. Açıkçası bilmek de istediğimi sanmıyorum çünkü o kavramın bana yakıştığını düşünmüyorum. Sanılanın aksine hiçbir zaman hayatımın merkezine kendimi koymadım ve benmerkezcilik gibi bir tutum takınmadım. Hiçbir zaman cümlelerim "ben" ile başlamadı ya da hiçbir zaman önceliğim kendi hayatım olmadı. Bunlar sadece kendini beğenmeyen insanlar tarafından üstüme bırakılan cümlelerden ibaretti.
Ben Mert, Mert Garip. Sanılanın aksine hayatımda kendimden daha çok sevdiğim insanlar ve nesneler oldu. Ailem benim hayatımdı, motorum benim yaşam tarzımdı, arkadaşlarım hayatımın yapı taşlarıydı ve Göknil benim kalbimdi. Kendisi her ne kadar Gaye ismini sevsede ben onu Göknil olarak tanışmıştım ve benim için her zaman gökyüzü ile suyun birleştiği yer gibi saf ve berrak kalacaktı.
Ağaca dayadığım sırtımın uyuştuğunu hissederken olduğum yerden hareket etmeden durdum ve onu izlemeye devam ettim. Yaktığım ikinci sigaranın başındaydım ve bu biterse gerektiği zaman üçüncüyü de yakabileceğimi biliyordum. Sigaranın dumanını havaya üflerken bakışlarımı saniyelik olarak ondan çektim, gökyüzüne baktım. Masmavi, bulutsuz gökyüzüne. Dün yağan havanın kasvetinden eser bile yoktu. İçimim ferahladığını hissederken kağıdı hissetmek için elimi yine cebime attım; kağıdın sivri ucu parmaklarıma dokunduğunda, buruşmuş yapısını hissettiğimde gülümsedim.
Sigarayı dudaklarımın arasına sıkıştırırken bakışlarımı saatlerdir kafenin banklarında arkadaşları ile oturup kitap okuyan Göknil'e çevirdim. Arkadaşları test çözerken kendisi kitap okuyordu. İki kız eşyalarını toplamadan ayağa kalktığında dakikalar sonra ilk kez kafasını kaldırıp onlara baktı. Birkaç saniye konuştular ve kızlar kafenin içine girdiğinde, o etrafa bakmaya başladı. Aramızda bir metreye yakın mesafe vardı; ayakta durmuş, sırtım ağaca yaslı şekilde onu izliyordum.
Bir süre etrafa baktı sonra omuzlarını düşürüp yeniden kitap okumaya devam etti. Onu ilk gördüğüm ân bir yıl öncesine aitti; okulun düzenlediği hayvan parklarını gezme etkinliğinde giydiği salaş mavi elbisesi ile aklımdaydı. Ama onun aklımda kalmasına neden olan şey hayvanlara yaklaşımıydı; hayvanları öyle saf, içten ve karşılık beklemeden seviyordu ki bir an onu izlerken bulmuştum kendimi. Boyu belinin yarısına gelen köpekle konuşuyordu ve onun başını seviyordu. Köpekle konuşuyordu; bir hayvana onunla konuşacak kadar değer veriyordu. Bu kalbime dokunmuştu.
Yüzüne dağılan sarı saçları dün gibi aklımdaydı. "Bu kız bizim üniversitesiden mi?" Diye sormuştum yanımda duran Sezai'ye. Gösterdiğim kıza baktıktan sonra başını sallamıştı. "Bizim servisteydi, görmedin mi?" Diye sorduğunda şaşırmıştım çünkü nasıl daha önce onu fark etmediğimi bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Zincirleri
Teen FictionMilyonlarca insanın olduğu yerde, varlığımdan sadece birkaç insan haberdar olsa bile şuan, küçük bir sokakta, büyük bir şehirde, bir sürü ses ve gürültünün arasında, tek başımaydım. Sadece ben ve ölüm korkum vardı. Karanlık bana kollarını açarken ke...