Yemekten sonra herkes evin bir köşesine dağılmıştı. Merdivenlere yönelerek şehzadelerin dairelerinin olduğu kata çıkmaya başladım. Ev ev değil saraydı.
Sonunda katlarına geldiğimde şükürle tavana baktım. Asansör candı. Soluklanıp koridora doğru ilerlediğimde bir sürü kapı görmemle duraksadım. Acaba Ata'nın odası hangisiydi?
Düşün Yade.
6 tane kapı vardı. Hislerine güven Yade. Sağdan ikinci kapıyı açtım ve tuvalet olduğunu fark etmemle geri kapattım.
Sen hissetme Yade.
Numarası da yoktu ki nasıl bulacaktım ben bunu. Acaba koridorun ortasında Ata diye bağırsa mıydım?
Aman nolacaksa olsun diyerek sağdan üçüncü kapıya yöneldim. Hepsini sırayla açıp bakacaktım. Napayım? Kapıyı açmamla tişörtsüz bir Barış görmüştüm.
"Ayyy çok pardon." diyerek hemen kapıyı kapatıp çıktım. Kapıyı kapatmadan önce bana kocaman olmuş mavi gözleriyle bakıyordu şaşkoloz.
Sonra sağdan ilk kapıyı açtım.
İçeride kim olduğunu kapıdan göremeyince içeri doğru girdim. Tam o sırada Meriç'in naif ama erkeksi sesi kulaklarıma ilişti. Meriç'in harika bir ses tonu olduğunu söylemiş miydim? Hastalarını hasta ederdi.
"Yade?"
"Pardon ya. Ata'nın odasını arıyordum." deyip geri dönecekken elindeki çello dikkatimi çekti. Ailenin elit üyesi oydu anlaşılan. Zaten giydiği keten gömlek ve üzerine attığı sweetinden anlamalıydım bunu. Şu anda üzerinden siyah lacosste ve bej rengi keten pantolon vardı. Sol bileğindeki Rolex saati kombinini tamamlıyordu. Bir de künyesi olsa tam olurdu.
Bana anlayışla bakıp "Karşı tarafta onun odası. Soldan üçüncü kapı." demişti.
Merakıma engel olamayıp -çok da çaba harcamamıştım bunun için- konuşmaya başladım.
"Çello mu çalıyorsun?"
Bade'de çalardı. Ferudun abi öğretmişti bir ara. O da entel dantel bir beyefendiydi. Çok fazla iletişimimiz yoktu. Annem yani eski annem bizi görmekten hoşlanmıyordu. Ona kötü şeyler hatırlatıyorduk. Ama yine de Ferudun abi bize karşı hep anlayışlı ve ılımlıydı. Sanata olan derin bir tutkusu vardı. Bana keman, Bade'ye de çello öğretmişti.
"Evet." dedi çelloyu bir kenara bırakarak. "Sever misin?"
"Çok severim." dedim ilgiyle. "Bade'de çalıyordu."
Gözlerime derin derin baktı ve konuştu. "Onu çok özlüyorsun değil mi?"
"Çok." dedim ve aklımdan geçenleri saklamadan söyledim. "Aslında onun yanına gidebilirim."
İfadesi bir anda değişmişti. Tatlış tatlış bakan gözlerinin yerini çatık kaşları almıştı. "Ne demek gidebilirim?"
"Baya." dedim umursamadan. "Kontenjan açılmış. Sınavı geçersem gideceğim."
"Ne demek gideceğim?"
"İngilizce 'go' anlamına gelen güzide bir fiilimiz. İspanyolca karşılığı da 'ir'."
"Hadi ya." dedi ve kalkarak bana doğru yaklaştı.
Nedensiz yere gerilmiştim. Cidden buradaki kimseye güvenemiyordum. Etrafı hızlıca kontrol ettim. İyi çocuktu hoş çocuktu doktordu da gerçi ama günün sonunda bu evin bir ferdiydi ve burdaki herkes -Alparslancığımı tenzil ediyorum- sokaktaki yabancılardan farksızdı.
Bakışlarımı tekrar ona döndürdüğümde dibimde duruyordu. Beni gırtlaklamazdı değil mi?
Ölebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Balın Yade//gerçek ailem
Adventure"Abi mi?" "Abi-ler." 16 yıl sonra tüm hayatınızın yalan olduğunu en yakın hissettiğiniz insanın aslında bir yabancı olduğunu öğrenseydiniz napardınız?