Kivili oraletimi içerken etrafa göz attım. Deniz manzarları bir çay bahçesine gelmiştik. Etraf renkli ışıklarla aydınlatılmış loş bir görünüm sunulmuştu. Masalar yamacın kenarına dizilmişti. İki masada bir araya ağaç giriyordu. Masaya düşen çınar yaprağını elime alıp yolmaya başladım.
Samimi bir ortamdı ve kesinlikle lüksten çok uzaktaydı.
Meriç'in yokluğunu fırsat bilip Bade'ye yazdım.
Siz: Napıyorsun güllü
İnsanlara saçma sapan hitap etme gibi bir alışkanlığım vardı ve sanırım bu yetmiş yaşıma gelsem bile değişmeyecekti. Tabi o kadar yaşayacağım da meçhuldu. Acaba ölsem kim üzülürdü?
Çocukluğumdan beri düşündüğüm şeydi bu. Herkes düşünmüştür bunu zaten. Küçükken öldüğünü düşünüp ağlayan tek ben olamazdım.
Bade üzülürdü. Aslında sanırım Bade mahvolurdu. En çok onun üzüleceğine emindim. Sevgisinden sual etmediğim tek kişi oydu bu dünyada. Belki o zamana çocuklarım olurdu ve onlara tutunarak yaşamaya çalışırdı. Belki de kendi çocuğu olurdu.
Asır abim üzülür müydü? Üzülürdü. Annem de üzülürdü. Eski annem yani. Kötü bir anneydi belki ama asla kötü bir insan değildi. Babamdan sonraki eşi Feridun abiyle ve ailesiyle ne kadar iyi anlaştığına şahit olmuştum. Üvey kızıyla da arası çok iyiydi. Abla kardeş gibilerdi. O kadın sadece anne olmayı becerememişti bu hayatta. Artık onun kızı değildim ve bana karşı bir suçluluk duygusu duymasına gerek yoktu. Emindim. Ölsem her ay mezarımı ziyaret eder çiçekler dikerdi. Ama Bade'ye bir şey olsa belki yılda bir kere gelirdi belki gelmezdi. Ben onun kızı olsaydım muhtemelen benim için de gelmezdi.
Babamı yani eski babamı bilmiyorum. Gelmezdi herhalde. Bu hayatta hiçbir amacı olmayan sadece kendi hayasının peşine düşmüş bir insandı. Ne Allah bilirdi ne de başka bir şey. Aklı malum yerinde olan bomba patlasa tek zarar bomba olacak kadar basit bir insandı. Annemin en büyük hatası o adamla evlenmesiydi. Birbirlerinin tam zıttı olan iki insanın bir araya gelmesiyle ortaya biz çıkmıştık.
İki tarafı da hoş etmeye çalışırken arada kalan bir abi, bir kişi hariç -o kişi ben oluyordum- herkese karşı duvar örmüş bir kardeş ve bir şeyleri düzeltmek yerine kaçmayı seçen üvey kardeş.
Ben düşünürken Meriç masaya geldi. Önündeki çaya bakıp eline aldığında konuştum.
"Sonunda teşrif edebilidiniz doktor civanım."
Yüzünde çapkın bir tebessüm oluştu.
"Ee ne konuşacağız?" dedim merakla.
"Seni." demişti sadece.
"Beni?"
"Evet, seni. Bade'nin gittiği gece sana anlattım bizim yaşadıklarımızı. Sıra sende."
O anı anımsadım. Aynı böyle bir yerdik ama eminim orası burası değildi.
Boğazımı temizleyip konuştum.
"Peki, anlatayım."
Yüzünde memnun bir ifade belirdiğinde düşünüp konuşmaya başladım.
"Ben Yade. Yade Balın Aras ya da Keskin her neyse. 16 yaşındayım. Yarışmaya İstanbul'dan katılıyorum."
Beni dikkatle dinleyen yüzü son cümlemle bozulduğunda kıkırdadım.
O da gülümsemişti.
"Bade'yi biliyorsun zaten."
"Evet." dedi ve devam etti. "En çok sevdiğin kişi o sanırım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Balın Yade//gerçek ailem
Adventure"Abi mi?" "Abi-ler." 16 yıl sonra tüm hayatınızın yalan olduğunu en yakın hissettiğiniz insanın aslında bir yabancı olduğunu öğrenseydiniz napardınız?