16. Bölüm: Labirent

60 42 1
                                    

16. Bölüm: LABİRENT

"Her insan kendi yolunu bulmak için ayrılır evinden," demişti bir keresinde Efe. Henüz çok küçük sayılırdık ama Efe her zaman kalbiyle konuşan bir çocuk olmuştu. "eğer gideceğin yol bir labirentten ibaretse; yani yolun sonuna geldiğini düşündüğün an, labirenttin bittiği an, ölümü kucaklayacaksan, gerçek hayat buysa ve aslında tüm gerçekleri gördüğün an, hayatın o büyük sırrını sonunda çözdüğün an, aslında kendi sonunu yazmış olacaksan, yani kısaca hayat buysa; belki de o soğuk sokaklara alışman gerekiyordur Aren. Belki de daha iyisini umarak kaçtığın evin, sokaklardan daha sıcak olduğunu bilmen gerekiyordur. Belki de yağmurdan kaçarken doluya tutulmak değimi budur. Belki de artık çabalamayı bırakmalısındır, bir kez olsun geride durmalısındır. Belki de bir kez de olsa sadece hayatı akışına bırakmalısındır."

Kendime çoğu zaman peki ya Cihangir beni bulmasaydı ne olurdu, diye sorup duruyordum. Yani hiç Sarna'ya gelmemiş olsaydım; Barış, Efe ve Cihangir ile tanışmamış olsaydım, hayatım daha mı iyi olurdu yoksa daha mı kötü?

Bu bile kendi içinde bir denklemdi ve bu denklemin dengesi sürekli el değiştiriyordu, sürekli sarsılıyor, yıkılıyor ve yeni baştan oluşuyordu. Bazı acıları çekmeyeceğim aşikârdı ama zaten tüm ailesini kaybetmiş bir kız çocuğu, sokaklarda ne kadar uzun bir süre hayatta kalabilirdi ki? Tüm ailemi kaybetmiş sonra diğerleri ile tanışmıştım, bu Tanrı'nın benim için çizdiği yol muydu yoksa Cihangir beni o gün, o sokakta tesadüfen mi bulmuştu bilmiyordum. Bunu ona sorsam bile açık bir cevap vereceğini de sanmıyordum.

Eğer ailemi kaybetmek ile ben o labirentin sonuna zaten geldiysem,
Uzay'ı kaybettiğimde ne olmuştu ya da eğer Uzay'ı kaybettiğimde o labirentin sonuna vardıysam Tanrı neden karşıma Aral'ı çıkarmıştı? Peki ya hiçbirisi değilse ve ben o labirentten hâlâ çıkamamışsam, ne olacaktı da ben o labirentten sonunda çıkabilecektim? Daha kötü ne olabilirdi?

Kötülüğe o kadar alışmıştım ki zıttı bir şekilde düşünemiyordum bile. Peki ya o labirentten çıkmak için kötü bir olay değil de iyi bir şey yaşamam gerekiyorsa ve benim labirentim o zaman son bulacaksa? Kötülük, acı, öfke ve hırs dendiğinde aklıma onlarca hatta binlerce anı geliyordu ama iyi bir şey dendiğinde aklım duruyordu.

Barış, Efe, Cihangir ve Melih yanımdaydı, yan yanaydık ve benim aklıma daha mutlu olabileceğimiz bir an gelmiyordu.

Elim silahın soğuk namlusunda dolaşırken aklımda silah ile yaşadığımız anılar bir bir canlanıyordu. Bir silahın mermisi ile ilk tanıştığım zamanlardaydım şimdi, çok küçüktüm ve evden zar zor kaçtığım zamanlardan birindeydim.

Her şeyi, ölü annemin ve ölü babamın bedenini, beşikte hüngür hüngür ağlayan kardeşimi, her şeyimi o evde bırakıp kaçmıştım ve kaçmadan önce tek yapabildiğim şey kardeşimin hayatı için polisi aramak olmuştu. Küçüktüm ama yine de eğer kardeşimi yanıma alırsam ve benimle birlikte sokakta büyütmeye çalışırsam, eninde sonunda ya açlıktan, ya soğuktan ya da hastalıktan öleceğini biliyordum. Bu yüzden polisi aramış, polis gelirken de evden kaçmıştım.

Kardeşim artık ona iyi baktıkları bir yurtta büyüyecekti ama aynısı benim için geçerli değildi çünkü ben dört duvarlardan o kadar çok nefret ediyordum ki, soğuk sokağı yurdun dört duvarlarına tercih etmiştim. Geriye dönseydim belki de fikrimi değiştirirdim ama o an öyle karar vermiştim. Kardeşimi yaşatmak için yaptığım bu girişim faydasız olmuştu çünkü zaten hastalanmış kardeşimin minik bedeni buna daha fazla dayanamamış ve birkaç gün sonrasında, doktorların tüm çabasına rağmen vefat etmişti.

OYUN SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin