↯"bu kadar kör ve aptal olman dışında daha konuşulacak bir şey göremiyorum. sırf sen zarar görme diye asla o şirkete ayak basmam yeminini veren adam, yemini bozup kabul ediyor. ve sen burada beni nasıl hiçe sayar diye zırlıyorsun!"
daha fazla kendini tutamayan jungkook ayağa kalkıp bir ileri geri giderek sinirle bağırıyordu.
şu an bulunduğumuz ortam gergin ve huzursuzdu. her şeyi kısa ve öz bir şekilde anlattıktan sonra taehyung sessiz bir şekilde oturup tek bacağını hızla ritimle yere vuruyordu.
ben ise lisa'nın yanına oturmuş, sadece ağlıyordum. her ne kadar jungkook kaba ve sinirli olsa da haklıydı. ama ben böyle olmasını hiç istemiyordum. her şeyi birlikte halletmeyi istemek suç olamazdı..
"jungkook yeter amına koyayım otur şuraya daha fazla germe beni."
jungkook son kez sinirle soluyup dediğini yapmış ve tekli koltuğa kendini bırakmıştı.
"şu an da yapmamız gereken çözüme odaklanmak birbirimize yüklenmek değil."
lisa aramızda en sakin karşılayan ve geldiğinden beri düşüncelere dalan tek kişiydi.
jungkook dirseklerini dizlerine yaslayıp öne doğruldu. "şimdi siz prenses ve ayı olarak birbirinizi seviyor musunuz? önce onu açıkça belirtin."
normal şartlarda bu dediğine gülebilirdim ama gerginlik gülme hissiyatımızı sökmüştü.
geldiğimizden bu yana gözlerimiz ilk kez şu an değmişti birbirine. yine o bakışı atıyordu ve ben yine uçuyordum. jungkook ikimiz arasında el sallamasa hâlâ birbirimize bakmaya devam edecektik. sabırsız bir şekilde cevabımızı bekleyen ikiliye döndüm.
gözyaşlarımı bir çırpıda silip işaret parmağımla burnumu ovaladım ve taehyung'a baktım.
"buna hiç düşünmeden cevap veririm,seni seviyorum taehyung. bu yaşananlar belki benim sıradan lise hayatıma fazla olabilir ama sonunda bu ellerim, ellerine kavuşacaksa her şeyi yapmaya hazırım. benim en baştan bu yana dediğim şey 'birlikte' engelleri, sorunları aşmaktı. ama zıttını düşünüyorsan itiraz etmeyeceğim, bir bildiğin vardır elbette."
bir çırpıda söylediğim şeyleri bitirdikten sonra yüzüne karşı olan bu itirafıma ben bile şaşırmıştım. şimdi ise utanç bedenimi sararken aniden ayağa kalktım.
herkes 'ne yapıyorsun?' der gibi baktığında panikle sağa sola bakıp aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "su!"
"su içeceğim hemen gelirim!"
hızla mutfağa ilerleyip elimi kalbime götürdüm. "basit bir itirafta bile bu kadar utangaçsan, işimiz zor küçük hanım."
gelir gelmez kulağımın dibinde çıkan sesle sıçrayıp öne atıldım. arkamı döndüğümde taehyung'un yarım ağız sırıtan suratına birkaç saniye şaşkın bakışları attıktan sonra boğazımı temizleyip duruşumu düzelttim.
duymamış gibi yapıp bardağa su koymak için hareketlendim. ardından kendimi tutamayıp konuştum. "bakıyorum da iki kelimemle havalara uçtun."
bu sefer kahkaha attığında ilk kez duymamla hemen arkamı dönüp gülen suratına baktım.
gülüşüne çiçek dizebilir miyim?
ben hâlâ o güzel gülüşüne odaklanmışken birden durdu ve boğazını temizledi. "ne?"
çatılan kaşlarımla anlamazca kafamı sola yatırdım. "ne?"
"az önce ne dedin bakayım sen?"
işaret parmağımla kendimi gösterdim. "ben mi? hiçbir şey demedim. şizofren de olmuşsun geçmiş olsun."