Merhaba! 🐣Bu bölüm belirsizlikler iyice hat safhaya çıkarken bir sonraki bölüm geçmişe gidip hem Yakut ve Uygar'ın en tatlı aşık zamanlarını okuyacağız hem de neler olduğunu göreceğiz. Bu ikilinin kızgın ve tutku dolu hallerini bir arada yazmayı çok seviyorum, belki tek bir doğrultuda kronolojik olarak yazsaydım daha anlaşılır olurdu ama ben Sarraf'a bu duygu karmaşasını daha çok yakıştırıyorum nedense. :')
o zaman keyifli okumalar dilerim 🙏🏼💝
Fatma Turgut - Hata
"Senin için harcanan zamana yazık, sen en güzel duyguların katilisin."
-
10. YIL DÖNÜMÜ
Sonbaharın gelişiyle kuru yapraklar sarıyla karışık kahverengi tonlarında örtmüştü yerleri, hava gitgide soğurken yakında daha sıkı giyinecek ve kendimizi ayazdan, yağmurdan koruyacaktık. Dünya daha ıslak bir yer haline gelecek, sürekli su damlaları akıp gidecekti çevremizden.
Bazı su damlaları, ben ne kadar istemesem bile saçlarıma takılacaktı, tabi eğer fark etmezsem şanslıydım. Ancak olur da hazırlıksız yakalanırsam ve her yerim, artık kolaylıkla görebileceğim kadar irili ufaklı yağmur damlalarıyla kaplanırsa çıldıracaktım. Aslında kendime farklı renklerde bir sürü şemsiye almıştım ama bazen hava durumuna bakmadığımda o kaçınılmaz anı yaşamak zorunda kalıyordum.
Radyodaki sunucu, hava durumunu sunmaya başlamadan önce "Gece yarısını geçmemizle Eylül'e ılık bir veda ettik," diye son derece duygusal bir tonda konuştu. "Artık takvim yaprakları bambaşka bir Ekim'i gösteriyor, 1 Ekim'i gösteriyor, bununla beraber sağanak yağışlar da kendilerini göstermeye başlayacak gibi."
Arabanın camında buğu bırakan sıcak soluğumdan sonra düğmeye basıp klimayı çalıştırdım, buğu gitgide ıslak bir buhara dönüştü ve yavaşça aşağı kaymaya başladı.
Demek takvim gerçekten de yeni ve sopsoğuk bir 1 Ekim'i göstermişti.
Evlilik yıl dönümü.
Aynı zamanda ayrılığı işaret eden gün, onunla evlendiğimiz ve iki sene sonra yine benzer saatlerde ayrıldığımız gün.
Direksiyonu daha sıkı kavrayıp daha hırçın hareketlerle çevirmeye başladım, hızım artarken kenara koyduğum sıcak kahveden bir damla sıçrayıp bacağıma gelmiş, kumaştan sızıp tenime nüfuz etmişti. Elimi aşağı indirip orayı kısaca ovaladım, aslında çok umurumda değildi sadece engel olamadığım bir kıpırtı belirdiği için hareket etmek istemiştim.
Bu kıpırtı büyüdü, avucumun içiyle direksiyona hafifçe vurdum, kendime engel olmasam kafamı da geçirirdim herhalde.
"Gerçekten bugünlerde fazla hatırlatıyorsun kendini," diye mırıldanırken beni duymasa bile Uygar'a seslendim. Kaşlarım acı bir hisle çatıldı, içine sevgimi de bulaştırdığım bu onulmaz öfkemin gazabı ikimizi de yakacaktı; tabi eğer o, yabancı bir adamı karşıma çıkarmak yerine dimdik önümde durabilseydi. Başımda bir sürü bela olduğunu muhakkak duymuş olmalıydı ve buna rağmen alçak oyunlara girişmesini kabullenemiyordum bir türlü. "Ama sadece bekle Uygar, senden beni bulmadan önce bulacağım seni, sadece bekle."
Artık radyoda eski bir şarkı çalıyordu, hava durumu ve tarih güncellemesi bende nahoş duygular bırakıp uzaklaşmıştı arabanın gürültüsünden. Dikkatimi şarkıya veremezken öne eğilip dönmem gereken sapağa bakındım. Özden teyzenin yolladığı adresi navigasyon bu şekilde tarif etmişti, diğer koltukta duran silahımı göz ucuyla kontrol ettikten sonra yola sapıp tamamen ilerledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARRAF
General Fiction"Ama bilmelisin; Sarraf tüm değerli taşları satar, bir tek Yakut'u kendine saklar." - Birbirimizi severek gururumuzu yitirdik, ihtiraslarımızın esiri olduğumuz yerde aklımızı ve korkup uzaklaştığımızda bağımızı yitirdik. Geri döndük, kazanacağımızı...