Oncelikle hizli bir bilgilendirme yapmakta fayda var diye dusunuyorum; cilgin bir a03 okuyucusu olarak, wattpad nasil kullanilir, nasil paylasim yapilir bilmiyorum – hashtagler olsun, yazi paylasimi olsun vb. yorumlar olursa (ki yazar kendinden emince yorum olabilecegini bile dusunuyor-hey gidi hey- nasil cevap verilir bilmiyorum) bunlarin hepsi benim icin yeni bir dunyanin kapilarini araladigi icin; kendimi "boomer" olarak nitelendirmeyi daha dogru buluyorum. 90li bir boomer olarak, bana tahammul etmenizi ve "bunca zamandir okuyorsun, artik yazmaya geri mi donsen "hissiyatinin bir disa vurulumu
olarak bu hikayeye basliyorum. Nereye gider nasil olur bilmiyorum, ne kadar surukleyici olur ondan da pek emin degilim ama "kazik kadar bir kadinsin, certified shipperligin bu noktaya mi geldi" ic burhanlari ile birlikte; yazdiklarimin asla musteregim tarafindan kesfedilmemesini dileyerek size iyi okumalar diliyorum.
Not: adhd'im üst seviyede ingilizce klavyeyi benimsemediği için bu bölümü türkçe klavyeli olarak düzelttim - herhangi bir değişiklik olmadan, bildirim geldiyse yok sayınız :)
—————
18 yaşına girmek, reşit olmak demek değildi sadece.
TCK'daki "çocuk" tanımından bir gecede çıkarılmanın yanı sıra artık verdiğin kararların sonuçları daha ağır oluyordu; ehliyet alabiliyor, oy kullanabiliyor, evlenebiliyordun; ama daha da önemlisi ruh eşinle eşleşebiliyordun. Kimilerinin hayallerini süslerken, kimilerin de korkulu rüyasını oluşturan bu "ruh eşi" mertebesi, beraberinde türlü zorlukları da getiriyordu. İnsan olmak yeterince zor değilmiş gibi, bir de ruhunu başka biriyle paylaşmak zorunda kalıyordun.
18 yaşından sonra dokunmalar daha anlamlı ve daha korkutucu oluyordu. Ruh eşi müessesesi beraberinde peşi sıra birçok soruyu da getiriyordu; evet, teknik olarak 18 yaşındaysan ve ruh eşin ile temas edersen, bir akit misali vücudunda ikinizin de paylaşacağı ortak bir dövme oluşuyordu, okullarda okutulup çocuklar küçüklükten beri bu eşleşmeye hazırlanıyor, fakat "ya olmazsa" alternatifinden bahsedilmiyordu. Sanki herkesin bir ruh eşi olması gerekliymiş gibi.
Bulanları mutlu eden, bulamayanları ise sonsuz mutsuzluğa ve yalnızlığa terk eden bir olaydı, gerisinde ise bıraktığı binlerce parçalanmış evlilik ve ruh eşi olmayan insanların çocuklarının mutsuzlukları da cabası.
Ruh eşin olan kişiyle herhangi bir yerde tanışma imkanın vardı; bazı insanların güzel hikayeleri de vardı. Romantik sayılabilecek türden. Kimisi kahve sırasında tanışıyordu, kimisi toplantıda, sinemada, maçta, akbil doldururken bile tanışanlar oluyordu. Televizyonda, internette her yerde kimileri için romantik sayılabilecek eşleşmeler oluyordu. Eşini bulamayanlar içinse "eş bulma" geceleri düzenleniyor, bu speed dating'de herkes birbiri ile tokalaşıyordu. Ruh eşleri ile insanlar tanışabilmek için büyük etkinlikler düzenleniyor, anlamsızca tokalaşma silsileleri yaşanıyordu.
Asi'ye kalırsa, insanlar, ruh eşi bulma olayına fazlasıyla anlam yüklüyordu.
Birine dokunuyorsun, ve o insan senin ruhunun kayıp yarısı oluyor, öyle mi? Saçmalık. Asi, oldum olası böyle düşünmüştü ve 18'e gelmekten fazlasıyla korkmuştu. Belki de annesi ve babasının saçma ve başarısız evliliklerinin de bunda bir etkisi vardı. Birbirini sevmeyen ve zorunluluktan dolayı evlenmiş iki ebeveyne sahip olmanın yanı sıra, yarı babasız büyümenin travmaları eklenmiş ve birbirinin ruh eşi olmayan iki kişinin başarısız bir evliliğinin ürünü olmaya mahkum edilmişti.
Anne ve babası ruh eşi değildi; aileleri şirket birleşmesi yapıyor gibi, ikisinin evlenmesi gerektiğine karar vermiş ve 18 yaşında onları evlendirmişti. İki çocuktan sonra kimse Metin'in ruh eşi ile tanışıp Şebnem'i ve iki çocuğunu bırakacağını hesaba katmamıştı. Bir gün gözleri yaşlı eve geldiğinde sadece kapıda "Şebnem, onu buldum, üzgünüm" dediğini duymuştuk. Sonrasını ne kadar dinlemek istesek de, annem ablamla beni odalarımıza göndermiş, şiddetli kavga sonrası çıkıp gittiği eve bir daha geri dönmemişti. Teknik olarak babam Metin'in bizi yeni ailesi için terk edişinin yıldönümü yaklaşıyordu, 12 yıl olacaktı; yine aynı babam, rahatsız edercesine gözle görülür bir şekilde mutluydu, hem de çok mutlu, kendi deyimiyle "o gün yeni hayatının ilk" günü olmuştu; Özge, Metin'in nefesi olmuştu, Asi ve Rüya anneleri gibi kronik mutsuz bir kadınla yaşamaya mahkum edilirken. Tabi babam bunu böyle görmüyordu; mutluydu, olmazları oldurabilir diye düşünüyordu.
Sonuçta bize yarı zamanlı babalık yapan sevgili babam, Özge'nin ilk evliliğinden olan iki oğluna tam zamanlı baba olmayı başarabilmiş, her önemli anlarında Deniz ve Umut'un hayatında ön sıralarda yer edinmişti. Yetmiyormuş gibi, kendi mutlu ailesine monte etmeye çalışıyordu Rüya ile beni. Birlikte düzenlenen yemekler, zorunlu iki haftalık yaz tatili ve bir sürü saçma mutlu devşirme aile mutluluğu. Ona sorsalar Deniz'in gitar gösterisi, Umut'un futbol maçı ne kadar önemliyse, Rüya'nın bale gösterisi, Asi'nin şarkı yarışması da o kadar önemliydi – ama biliyordu Asi, kağıt üzerinde eşit olsalar da, asla eşit değillerdi. Deniz'in veya Umut'un herhangi bir aktivitesi kaçırılmıyor, fakat Rüya ve Asi'nin etkinliklerinde katılamadığı için özür yemekleri ile geçiştiriliyorlardı. Babamın yarattığı mutlu devşirme yeni ailesine olan inancı ve çabası, beni bu ruh eşliği müessesinden daha da soğutuyordu.
Ama bu mücadelede tekti biliyordu; ablası pembe gözlüklerle dünyaya bakıp babası için mutlu olabiliyordu. "Yeni bir aileye bizi tercih etti şimdi de vicdanını rahatlamak için saçma bir şekilde kolektif bir aile bilinci yaratmaya çalışıyor" diye düşünmek yerine; olaya daha romantik bir açıdan bakıyor ve yıllar sonra bile olabilse babasının ruh eşini bulabilmesine seviniyordu. Böyle düşünmesi ise Asi'yi çıldırtıyordu. Ruh eşleri zaten kanunen korunuyor ve türlü imtiyazlar sağlanıyordu. Evliyken tanıştığında boşanmak için geçerli sebep sayılıyor, evliliği bitiren taraf kusurlu dahi kabul edilmiyordu. Suça karışan ruh eşin hakkında tanıklıkta bulunmaya zorlanamamanın yanı sıra onları korumak için yaptığın her türlü şiddet "meşru müdafaa" kapsamında dahi sayılıyordu.
Ne mutlu ruh eşini bulabilenlere o zaman değil mi? Bu dünyanın tüm güzelliklerinden onlar faydalanıyordu. İyi güzel de peki yıkılan başarısız eşleşme olmayan evliliklerin molozları altında kalan çocuklar? Sevinmemiz mi gerekiyordu ebeveynlerimiz mutluluğu bulup eski ailelerini kenara atıp giderken? Kendiliğinden mi halletmemiz gerekiyordu sorunlarımızı? Halledemiyordu, anlamıyordu, ve anlamak istemiyordu. Kimseyle eşleşmek, kendini prangalara bağlamak istemiyordu.
Annesi kronik mutsuzdu, kızlarını anlamayı dinlemeyi uzun bir süre önce bırakmıştı. Beceremiyordu bu annelik işini; bazı insanlar belki de anne olmamalıydı. Şebnem de onlardan biriydi; babasının gitmesinden sonra hayatına aldığı insanların hiçbiri ile eşleşememenin verdiği hırçınlıkla, ablamla beni suçlayarak, kendini işine adamıştı. Ya da bizi öyle kandırıyordu; uzun iş seyahatleri, gece yarısı toplantıları ve daha niceleri. Ruh eşi olmayan iki kişinin mutsuz ve başarısız evliliğinin bir ürünü olmanın yanı sıra, ikinci baharını gereksiz bir mutlulukla yaşayan bir baba ve sadece ben merkezli bir anne ile büyümeye kendini bulmaya mahkum edilmişti Asi. Bunun bir de Rüya denklemi vardı tabi. Aynı travmaları yaşayıp nasıl iki farklı insan olabilmişti günün sonunda? Belki de bende bir sorun vardır diye düşündü Asi, sonuçta ablası Rüya, gayet sıradan ve mutlu bir insandı, daha önemlisi iyi bir ablaydı. Onun mutlu olması Asi'yi de mutlu etmeliydi, ama yetmiyordu. Kendisine ait hiçbir şeyi olmayan bir kız çocuğu olarak sadece ablasına tutulmuştu, o da yetmezmiş gibi, yan villadaki, çocukluk arkadaşı ile gayet bayağı olabilecek şekilde 18 yaşında eşleşmişlerdi.
O günü hatırlıyordu; 16 yaşındaydı, Rüya'nın 18. yaş doğum günüydü, birkaç arkadaşı ile bir mekanda yemek yemek istemişti. Eve döndüğünde gözleri yaşlı bir şekilde kapıyı kırar gibi açmış "Asi, Yaman ruh eşim benim" demişti. Şaşırtmamıştı, Yaman ve Rüya'nın eşleşmesi; iki iyi niyetli bayağı sıkıcı iki insan. İyi abi. İyi abla. Mükemmel çocuklar. Rüya neyse Yaman Ali de onun Soysalanlardaki izdüşümü gibiydi. Onlar eşleşmeyip kimler eşleşecekti, başkaları ile eşleşip bu mükemmellikleri ile başkalarını mı zehirleyeceklerdi? Ama biliyordu Asi sorunu, kıskanmıştı ablasının bileğinde oluşan "pusula" dövmesinden. Sanki birbirlerinden ayrı nefes alabiliyorlarmışcasına ruh eşliği mertebelerini bir de pusula dövmesi ile taçlanmıştı. Kendisine bile itiraf edemese de Asi nedenini, niçinini biliyor, içinde oluşan bu ağırlığı tanıyordu. Kıskanmıştı ablasını; belki diyordu, ablasının da eşleşeceği bir kimse olmazsa, yalnız kalmazdı – ne bu hayatta ne de bu mutsuz evlilik içerisinde.
Yaman'a dokunduğunda hissettiklerini gözleri yaşlı anlatırken de bileğinde oluşan pusula dövmesini de gösterirken uyuştuğunu hissetmişti Asi, ablası Rüya'yı da onlara kaybetmişti. Bu mutlu ruh eşi saçmalıklarına. Annesi ise kendisinden beklendiği şekilde aynı durağan ve vurdumduymazlıkla tepkisini göstererek "En azından zengin ve tanınır bir ailenin varisi ile eşleştin, bu da bir şey" diyivermişti.
Manevi açıdan hayatımıza herhangi bir katkısı olmadığı yetmezmiş gibi, son iki yıldır ise, Yaman'ın ailemize sağlayabilecekler avantajları düşünerek, ablamı evlilik konusunda bunaltıyordu. Yine bencilce yaklaşıyordu Asi, biliyordu. Elinde sonunda Yaman'la Rüya'nın evleneceğini biliyordu, kendi evlerine çıkacaklardı – ama Şebnem'le tek başına bu yalnızlığın içerisinde kalması ve onun gibi kronik mutsuz olması onu korkutuyordu.
Annesinin "Yaman-Rüya eşleşmesine" verdiği tepki ve bu son iki yıl içerisinde yaptıkları Asi'yi şaşırtmasa da en azından Neslihan Teyze'yi tanıyıp sevdiği için farklı yaklaşabilir diye umut etmişti. Annesi, Neslihan Teyze ve Serhan Amca ile çocukluk arkadaşıydı, beraber büyümüşlerdi. Klasik bir ruh eşi hikayesiydi; 18 yaşına geldiklerinde ise ikisinin eşleşmesine kimse şaşırmamış ve üniversite bitince de evlenmişlerdi. Ruh eşliklerini perçinlercesine dört çocukları da olmuştu; Yaman Ali – ikizler ve Ece.
Babasının bir gece ansızın çekip gitmesiyle annesi, evden taşınmanın vaktinin geldiğine kanaat getirdiği için, 6 yaşında bir sabah, kendisini birden Soysalan çocuklarına komşu olarak buluvermiş, birlikte büyümüştü. "Birlikte büyümeseydik ve olaylar bu şekilde gelişmeseydi acaba bugün bu yaşananlar yaşanır mıydı diye düşündü" Asi bir anda sinirlice. Beyni hala olanları algılamaya çalışıyor, duygularını kontrol altına almaya çalışıyor ve üniversite tuvaletinde saklanarak bu yaşananları yok sayıyordu.
Kimse eşleşme sonrasında canının bu denli yanacağını da söylememişti, sinirli bir şekilde elini karnının sol tarafına getirdi – dünyanın en gereksiz insanı ile eşleşmesi yetmemiş gibi, bir de dünyanın en çirkin dövmesine sahip olmuştu. Bu da neydi böyle? Asi itiraf etmek istemese de, zaman zaman bakıyordu internette ruh eşi dövmelerine, bazıları çok estetik duruyordu kabul ediyordu. Ablasının pusulası, Çağla'nın gülü derken ne demeye kendisinin bıçak yarası şeklinde dövmesi oluyordu ki? Gözlerini kapatıp bunun gerçek olmamasını dilerken, sol tarafındaki sızı giderek artıyor, anlam veremediği bir şekilde damarlarındaki kanın dans ettiğini hissediyordu, bir şeyin ona doğru yaklaştığına emin gibiydi, ama ne olduğunu bilmiyordu, hissettiği bu şeyi tanımıyordu. Tanımak da istemiyordu.
Hayatındaki en korktuğu şey başına gelmiş ve nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. 18 yaşını sadece 1 ay geçmişti. Topu topu sadece 1 ay dayanabilmişti eşleşmeden. Düşünceler içerisinde debelenirken ne bir anda tuvalet kapısının açılıp en çok yüzleşmekten korktuğu ela gözlerle göz göze gelmeyi bekliyordu ne de bu ela gözlerin sahibinin kendisi gibi aynı şekilde sol karnındaki çirkin "bıçak yarası" dövmesini tutmasını bekliyordu.
Gözlerini kapattı ve yokmuş gibi davranmaya çalıştı, kabus görüyor olmalıydı. Gözlerini biraz daha sert bir şekilde kapatırsa yok olacağını düşünmek istedi belki de. Kaçabileceği kadar kaçacaktı tüm bu olanlardan, olabileceklerden - ama bunların hiçbiri olmadı, çünkü o kadar şanslı değildi Asi. Sonra yok saymaya çalıştığı, ama şimdiden tüm benliğini ele geçirdiğini hissettiği, o çirkin bıçak yarasının diğer sahibinin "Asi kız" diye seslenişini duydu ve gerçekliğine geri dönmek zorunda kaldı.
Alaz Soysalan, Asi Arıkan'ın ruh eşiydi ve o çift ela göz şimdiden onun tüm benliğini sanki daha öncesinde ele geçirmemiş gibi farklı bir şekilde ele geçiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bazı Ruh Eşi Sorunsalları
Fanficinsanların ruh eşlerini buldukları alternatif bir evrende (ya da bazıları için bulunmayan durumlarda), birbirine geçen ailesel durumlar arasında eşleşen Asi ve Alaz'ın, birbirlerini ve bağlarını keşfetme hikayesi.