2: İlk Öpücük
.
"Gebelikte hemoglobin ve hematokrit değerlerinin gebe olmayanlara göre nispeten daha düşük olduğunu görebiliyorsunuz. Fakat bunların aksine lökosit sayılarının 1. trimesterden 3. trimestere kadar arttığını, postpartum dönemde ise 1. trimesterdeki değere yakın olacak biçimde bir azalma gösterdiğini söyleyebiliriz."
Hoca slaytı değiştirirken saate bakıp konuştu.
"Ders süremizi aşmışız. Yarınki derste devam edelim, yemek vaktinizden çalmayayım. Hepinize iyi günler."
Ders sona erdiğinde yanımda oturan Jimin ben dahil sınıftaki çoğu diğer insanın hislerini dile getirircesine konuştu.
"İçim bayıldı gerçekten. Hayatımda gördüğüm en sıkıcı konu falandı."
Haklıydı, gerçekten öyleydi.
"Cidden."
Diyerek onu onayladığımda yemekhaneye gitmek için ayaklanmıştık ki bakışlarım o tanıdık yüzle karşılaştı. Jeon Jungkook yüzündeki gülümsemeyle sevgilisiyle sohbet ederek sınıftan çıkmak için yürürken sanki kalbimin ezildiğini hissetmiştim.
Jungkook'la okulun ilk günü tanışmıştım. Benim aksime o, oldukça sosyal biriydi. Daha okulun ilk haftasından geniş bir arkadaş çevresi edinmişti. Benimse okulda onun dışında konuştuğum tek insan liseden beri arkadaşım olan Jimin'di. Onun aksine ben insanlara karşı mesafeliydim, en yakın arkadaşım bile kalbimde taşıdığım yaraları bilmezdi. Ben insanlarla sadece mutluyken ya da mutluymuş taklidi yaparken vakit geçirirdim. Mutsuzken kendi köşemde dururdum, herkesten kaçardım, insanları kendimden uzaklaştırırdım. Ki mutsuz olduğum zamanlar mutlu olduklarımdan çok daha fazla olduğundan yalnız biriydim. Oysa o ışıl ışıldı. O kadar iyi bir konuşmacıydı ki insan onu sıkılmadan saatlerce dinleyebilirdi. Neredeyse her konuda yetenekliydi. Yüzündeki içten gülümsemeyle, yüreğindeki samimi mutlulukla bulunduğu her yeri aydınlatıyordu. Öyle ki bir zamanlar benim ruhumdaki karanlığı bile aydınlatır sanmıştım.
"Gözlerini ondan çek Lara. Sana iyi gelmiyor."
En yakın arkadaşımın sesini duyduğumda kafamı ona çevirip üzüntümü belli etmemeye çalışarak gülümsedim fakat yüzünde gördüğüm ifadeden üzüntümü bu kez yeterince iyi gizleyemediğimi anlamıştım.
"Hadi yemeğe gidelim. Çok acıktım."
Diyerek yürümeye başladığında konuyu kapattığı için içimden ona teşekkür edip hızlı adımlarına eşlik ettim.
Yemekhane sırasını geçip elimizdeki tepsilerle masaya yerleştiğimizde önümdeki bezelyeye bakarak gülümsedim.
"Gerçekten tuhaf birisin. Kim bezelye sever ki?"
"Ben."
Jimin yüzünü buruşturarak elinde tuttuğu bezelye tabağını tepsime yerleştirirken ben de pilavımı onun tepsisine koymuştum.
Elimdeki kaşığı dudağıma götürdüğüm sırada bir çift gözün üzerimde olduğunu hissederek kafamı o tarafa çevirmiş ve çapraz masamızda oturan Jungkook'un bakışlarıyla karşılaşmıştım.
Ağzımdaki kaşığı hızlıca çıkarıp yutkunurken nedense bu bakışmayı bölememiş, gözlerimi gözlerinden çekememiştim.
O an zihnim sanki o sahneye geri gitti.
Jimin annesi rahatsızlandığı için şehir dışında yaşayan ailesini ziyarete gitmişti. Bu yüzden de doğum günümü eski zamanlardaki gibi uyumakla geçirecektim. Fakat şaşırtıcı bir şey olmuş, gecenin bir vakti kapım çalmış ve Jungkook her zamanki gibi ışıl ışıl parlayan gözleriyle karşımda dikilirken üzerime ceket alıp aşağı inmemi söylemişti.