1: Mükemmel Olmayan Ruhlar
.
"İnsanlar tüm kişilik tiplerini bir miktar içlerinde barındırır. Önemli olan dengedir. Bu denge bozulduğunda, duygular veya düşünceler artık kontrol edilemeyecek boyuta ulaştığında, kişinin yaşamı işlevsiz hale gelmeye başladığında veya sosyal hayatı etkilendiğinde onlara ancak o zaman tanı koyarız. Yoksa her insan bazen bağımlı kişilik özellikleri gösterebilir, bazen borderline biri gibi davranabilir veya hissedebilir, her insanda birtakım narsistik hatta sosyopatik özellikler bile bulunur. Unutmayın ki Aristo'nun da söylediği gibi bir miktar delilik karışımının bulunmadığı mükemmel bir ruh yoktur."
Psikiyatri hocası son cümlesini söyleyerek dersi bitirdiğinde sınıftaki herkes çantalarını toparlayıp çıkmaya başlamış, bense oturduğum yerden tahtaya bakarken slaytın son sayfasındaki cümleyi içimden tekrarlamıştım.
Bir miktar delilik karışımının bulunmadığı mükemmel bir ruh yoktur.
Jimin elini kolumun üzerine koyarak bana seslendiğinde gözlerimi slayttan çekip onun gözleriyle buluştururken gülümsemiştim.
"Lara, bir sorun mu var?"
Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladığımda yüzündeki endişe kaybolmuş ve suratına içten bir gülümseme yerleştirmişti. Defterimi çantama koyarken ayağa kalktığımda o da yaptığım hareketi tekrarlamış ve beraber sınıftan çıkmak için yürüdüğümüz sırada yeniden konuşmuştu.
"İşin yoksa eve dönmeden önce kahve içmeye ne dersin?"
"Olur."
"O zaman her zamanki yere."
Diyerek gülümsediğinde ben de gülmüştüm.
"Dünyadaki en iyi kafede de kahve içsem starbucksta içtiğim kahvenin tadını alabileceğimi sanmıyorum. Alışkanlık işte."
"Ruhun fakir senin."
Dediğinde kahkaha atarak onu onaylamıştım. Sahiden öyleydi.
"Dersler gittikçe yoğunlaşmaya başladı. Tıp okumanın bu kadar zor olduğunu bilseydim bu bölümü kesinlikle seçmezdim."
Dediğinde kafamı sallayarak onu onayladım. Üçüncü sınıfa zar zor gelebilmiştim. Geçen sene neredeyse sınıfta kalmak üzereydim. Bu sene de notlarım sınırda sayılırdı. Fakat derslerimin bu kadar kötü olmasının tek nedeni okuduğum bölümün zorluğu değildi. Bunda benim de büyük bir etkim vardı.
"Atla bakalım."
Jimin arabasının kapısını açarken konuştuğunda ön koltuktaki yerimi aldım ve kemerimi bağlarken onun da arabaya binişini izledim. Bazen keşke içimdeki acıları ona anlatabilsem diyordum. Bu dünyada beni anlamak isteyecek belki de tek kişinin o olduğunu biliyordum. Fakat ben tüm olanları ona anlatabilecek biri değildim. Ben içimdeki acıları kendimden bile saklıyordum. Kaçmak benim en iyi yaptığım şeydi. Tüm hayatım boyunca kaçmıştım ben. Ve belki de şu an ayakta duruyor olmamı şimdiye dek hep kaçmış olmam sağlıyordu. Ya da şu an ayakta duramayacak kadar yorgun olmamın nedeni şimdiye dek kaçmış olmamdı. Hiçbir şeyi bilmediğim gibi bunu da bilmiyordum. Çünkü bu konuyu bir netliğe vardırmak için kaçmayı kesmeliydim. Fakat ben duramayacak kadar hızlı koşuyordum.
"Patoloji uygulamasından kaç almışsın? Benimki beklediğimden düşük geldi."
"Benimki de öyle."
Diyerek elimi boynuma götürdüm. Jimin'in birkaç saniyeliğine bana dönen gözleri bu hareketimle karşılaştığında ders konusunu hızlıca değiştirdi. En azından hayatımda her stres olduğumda boynuma dokunduğumu anlayacak kadar beni tanıyan biri vardı. En azından biri az da olsa beni görebiliyordu.