Gözlerimi kapattığım anda beynim durmuş gibiydi. Nefesim gittikçe azaldı, ama karşı koyamıyordum; belki de koyacak gücüm kalmamıştı. Zihnim bulanıklaşmaya başlamıştı. Etrafta olan hiçbir şeyin kokusunu, sesini ya da varlığını hissetmiyordum.
Bir anda boynumdaki ellerin beni bırakmasıyla duvarın dibine düştüm. Aniden gelen hava dalgasıyla gözlerimi açtım. Annem yerde, koltuğa yaslanmış oturuyordu. Önünde biri onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ben ise kontrolsüz nefes alıp verirken, kesik kesik öksürüyor ve boğulma hissiyle öğürüyordum.
"Saliha, sakin ol, tamam, geçti," dedi bir ses. Tanıdık geliyordu ama zihnim onu ayırt edemiyordu.
"İlkin, ablamı al, götür!" diye bağırdı Elif. İlkin'in Saliha'nın yanına gidip ona yardım etmesi gerektiğini anlamıştı.
***
Saliha ve annesinin seslerini dışarıdan duyan Elif, panik içinde hızla merdivenleri çıkmaya başladı. Her basamak altında kayıyormuş gibi geliyordu. Dairelerinin önüne vardığında, karşı komşu, ellerini endişeyle birbirine vuruyordu.
"Bu sefer öldürecek kızı," dedi, nefes nefese. "Koş, yetiş ablana!"Elif titreyen elleriyle kapının kilidini açmaya çalışıyordu, ama bir türlü anahtarı deliğe sokamıyordu.
"Elif, çekil, ben açayım," dedi İlkin, Elif'in elinden anahtarı alarak kapıyı açtı. İçeri girdiklerinde, gördükleri manzara karşısında İlkin dona kaldı. Elif ise hızla annesini itti ve onu kenara çekti. Saliha yere yığıldı, kıpkırmızı olmuş yüzü yeniden nefes aldıkça öksürmeye ve öğürmeye başladı."Anne, ne yapıyorsun sen?!" diye bağırdı Elif, annesini sarsarak kendine getirmeye çalışıyordu. Annesi ise hala Saliha'ya ulaşmaya çalışıyordu. Dayanamayan Elif, annesine sert bir tokat attı. Tokatla birlikte annesi, Elif'e ilk defa net bir şekilde baktı. Gözleri aniden yumuşadı ve ardından dolmaya başladı. Yerde nefes almaya çalışan Saliha'ya baktı ve fısıldar gibi konuştu:
"Ben... ben ne yaptım?"Kafasını ellerinin arasına alarak sallanmaya başladı. Her krizinin ardından yaptığı gibi, kendini suçlamaya ve büyük bir buhrana soktu. Günlerce odasına kapanacağını herkes biliyordu.
Elif, İlkin'e döndü ve boğuk bir sesle, "İlkin, ablamı götür," dedi.
İlkin, Saliha'yı omuzundan destekleyerek kaldırdı ve zor da olsa odasına taşıdı. Onu yatağa yatırdı. Saliha'nın nefesi hala tam olarak düzelmemişti ama yüzündeki kızarıklık yavaş yavaş solmaya başlamıştı. İlkin, Saliha'ya baktığında içi burkuldu. Yüzü çiziklerle doluydu, gözünün altı morarmaya başlamıştı. Kim bilir kıyafetlerinin altında başka neler vardı.
İlkin, komodinin üzerindeki suyu alıp Saliha'ya uzattı.
"Saliha, şimdi nasılsın? Daha iyisin, değil mi?" diye sordu.
Saliha güçsüzce, "İyiyim... iyiyim," dedi. Bir an duraksadı, gözleri uzaklara daldı. "Niye geldiniz ki?"İlkin şaşkınlıkla duraksadı."Ne?" diye sordu.
Saliha'nın sesi titriyordu. "Biraz daha gelmeseydiniz... her şey bitmiş olacaktı. Bende rahatlamış olacaktım."
İlkin ne diyeceğini bilemedi. Sessizce içindeki hüznü yutkunarak bastırdı.
"Elif nerede?" diye sordu Saliha."İçeride, anneni... yani, onu sakinleştirmeye çalışıyor."
Saliha bir an durdu, gözlerini kapıya çevirdi.
"Onun yanına git, İlkin. Ona da bir şey yapmasın."
Bir an düşündü ve ardından sessizce ekledi:
"Gerçi ona bir şey yapmaz... O, onun değerli kızı."Sonra bakışlarını kaçırdı ve bir daha fısıldadı:
"Ama yine de git, İlkin."İlkin, sessizce Elif'in yanına gitti. Kalbi Saliha için parçalanıyordu. Saliha'nın söyledikleri doğruydu; yıllardır bu sahnelere şahit olmuştu. Her defasında aynı döngü, her olaylı gecenin sonunda Saliha'nın bir şekilde zarar görmesiyle bitiyordu. Füsun teyze, Saliha'ya karşı bir nefret besliyordu. İlkin de birkaç kez bu krizlerin ortasında kalmıştı. Genellikle bu patlamalar Elif ya da babalarının eve geç gelmesi nedeniyle çıkardı. Saliha, hem Elif'i hem de annesini korumaya çalışırken hep kendisi yara alıyordu.