Saliha otobüsten indiğinde, İzmir'in sıcak havası üzerini sardı. Sabah güneşi gökyüzünde yavaşça yükseliyordu, şehir bir yorgunluk rüzgarıyla savruluyordu. Saliha, yorgun adımlarla evine doğru yürümeye başladı. Her şey, eve dönerken daha da ağırlaşıyor gibiydi. Saliha bir yandan korkuyordu. Telefonu çaldı, arayan Handeydi.
"Efendim aşkım."
"İndin mi, aşkım?"
"Aynen, daha yeni indim. Şimdi eve gidiyorum."
"Dikkat et, gittiğin gibi bana mesaj yaz."
"Tamam, bir gideyim, ortamı kolaçan edeyim. Seni arayacağım, tamam mı?"
"Saliha... lütfen dikkat et. Annen..."
"Aşkım, merak etme, halledeceğim. Zaten çok büyük bir sorun varsa ona göre bir şey yaparım, tamam mı? Sen beni merak etme, ama Elife dikkat et. Ankara'ya gitsin, sakın buraya falan dönmesin."
"Tamam, ama büyük bir şey olursa bana haber vereceksin. Beraber çözeceğiz, anlaştık mı?"
"Anlaştık."Telefon konuşması bittikten sonra Hande, elinde telefonu sımsıkı tuttu. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, sakinleşmeye çalışıyordu ama içindeki huzursuzluk gitgide büyüyordu. Yanındaki Elif bu sessizliği fark etmişti ve sabırsız bir tonda konuştu.
"Hande, ne dedi? Her şey yolunda mı?"
"Yeni inmiş. Eve geçince bizi arayacakmış,"
"O zaman o arayana kadar bekleyelim en iyisi "
"Ablamı yalnız yollamayacaktım ya keşke bende gitseydim."
"Elif, Saliha halleder bize haber verecek zaten"
***
Kapıyı açtığında, Saliha gözleriyle karşılaştığı manzarayı hemen kavrayamadı. Evin içi adeta bir savaş alanına dönmüştü. Her şey yerinden çıkmış, karışmış, sanki bir fırtına geçmiş gibiydi. Mutfak masası üzerine dağılmış eşyalar, açık dolap kapakları ve içi boşaltılmış çekmeceler, odanın her köşesine dağılmış durumda. Yerde, eski bir gazete ve birkaç kırık tabak parçası vardı. Odanın bir köşesine devrilmiş bir sandalye, yatağın üstünde dağınık bir yastık ve halının üzerinde serilmiş, ama yanlara savrulmuş bir halı örtüsü... Bu karmaşanın içinde, bir zamanlar düzenli ve huzurlu olan evin ruhunu bulmak neredeyse imkansızdı.
Saliha, ayakkabılarını çıkarmadan koridorun başında durdu, evin içindeki sessizliği dinledi. Derin bir nefes aldı, ayaklarını sessizce yere basarak, koridordan ağır ağır yürümeye başladı. Parmak uçlarında ilerliyordu sanki, boğazına bir düğüm oturmuştu. Annesinin odasına yaklaşırken kapının hafifçe aralık olduğunu fark etti.
Odanın içinde ince bir loşluk vardı. Perdenin arasından süzülen sokak lambasının ışığı, duvarda uzun bir gölge bırakıyordu. Saliha, kapıyı yavaşça araladı. Annesi yatağında uyuyordu; yüzünde bir yorgunluk, kaşlarının arasında derin çizgiler... Saliha bir an durakladı, annesinin uykusunu izledi. Uykuya dalmış yüzü, tüm o karmaşanın, fırtınanın içinden geçmiş bir gemi kaptanı gibi yorgun görünüyordu.
Saliha usulca yanına yaklaştı, elleri hafifçe titriyordu. Annesine baktı ve dudaklarının arasından fısıldar gibi bir ses çıktı.
"Anne... Ben geldim."
Annesi, o yumuşak sesi duyar duymaz gözlerini hafifçe araladı. İlk başta bir an tereddüt etti, sonra Saliha'yı gördü ve gözleri ışıldadı. Hemen doğruldu, uykunun sersemliğiyle biraz sendeleyerek ayağa kalktı ve Saliha'ya sarıldı. Kolları, kızını bir daha hiç bırakmak istemeyecekmiş gibi sımsıkı sardı.
"Saliha," dedi, sesi titriyordu.
"Seni çok özledim..."
Saliha ne yapacağını şaşırmıştı. Annesinin kollarında kendini öyle yabancı, öyle savunmasız hissetti ki... Bu kadar içten bir sarılmaya alışık değildi. Annesi onu sıkıca kavrarken, Saliha'nın elleri yan tarafında hareketsiz kaldı; hiçbir karşılık veremedi. Kalbi hızla atıyor, ne diyeceğini bilemiyordu. İlk kez annesi ona böyle sarılıyordu. Kafasındaki karmaşa, kalbindeki ağırlıkla yarışıyordu.