4

188 8 0
                                    



             Bol yıldızlarla, yorumlarda buluşmak niyetiyle keyifli okumalar. 

*

"...kalbi hissedilmeyenlere?"

Arka planda sürekli tekrarlanan oyunlarına, can yakan rüyaları eklendi. Bazı rüyaları hiç tekrarlamak istemese de düşüveriyordu, saklanılan kalbine.

Yine kalbine bir rüya düşmüş, kâbusu olmuştu. Gülün dikenleri kendine batar mıydı hiç? Batmıştı, ona. Koşa koşa abisine sarılmış, kâbusundan saklanmıştı. Saklandığı yara bere dolu göğüsten çıktığında, rüya oluvermişti kâbusu. Ailesine saklı kalacak bir rüyaydı artık, geçip gitmişti.

Şimdi ise oturduğu kaldırımda, bacaklarını göğsüne çekerek diz kapağının üstüne kolunu koyarak başını eli üstüne koymuş, derin derin düşünüyordu. Bu bir rüya değildi. Oyundu yine. Babası ve annesinin ona oynadığı can yakıcı bir oyundu. Büyüklerin oyunları... Annesi ondan nefret ediyordu, biliyordu. Ona hiç sarılmasa da hep bebekler alan babası da mı artık nefret ediyordu ondan? Çirkin olduğu için olabilirdi, belki de. Ya da Kurt'a ışık olduğu gibi, onlara ışık olamadığı içinde olabilirdi de.

Elini çenesinden çekerek abisinin, kestiği tırnaklarına ardından kına yaktığı avuç içlerine kaydı bakışları. Renkli olmuştu elleri ve bunu Kurt'a gösterip yakışıp yakışmadığını soracaktı hemencecik. Abisine de kendisi sürmüştü kına. Minicik dokundurmuştu parmağını avuç içine. Abisinde izi kalsın istedi. Abisi, onun istediği hiçbir şeye itiraz etmediği gibi buna da itiraz etmedi.

Bakışları önünden kayıp giden sırtlarında renkli çantaları olan çocuklara kaydı. Okuldan yavaş yavaş çıkıyorlardı, artık. Kurt'un da her an gelmesi olasıydı. Boğazındaki yaraları kabuk bağlayamadığı için bir haftadır onu görememişti. Merak etmiş miydi, aklını kurcalamıştı. Kendisi her daim kiminle oyun oynadığını merak etmiş, içini yemişti.

Uzaktan üstü başı dağılmış, çantasını tek omuzda taşıyan Kurt'u gördüğünde heyecanla kalktı, oturduğu kaldırımdan. Kaşları çatık, burnundan soluyarak, yerdeki kaldırımlara dikkat kesilmişti. Adımları hızlı ve sert bir şekilde Gül'ü fark etmeden geçti. Minik kız, memnuniyetsizce yüzünü buruşturarak " Kurt!" dediğinde adımları durmuş, öfkeli yeşil harelerini şaşkınlık bürünmüştü.

"Gül!" dedi gerçek olduğunu sorgular gibi. " Sen gitmemişsin!" dediğinde ona doğru koştu, önünde diz çökerek, incitmeden sarıldı.

"Niye gideyimkine evim burada!" dedi Kurt'un boynuna sarılan elleriyle.

Kıkırdadı Kurt. "Evin, burada!" dediğinde bedenlerine ayırarak, uzaklaştı. " Sen..." dediğinde baştan aşağı süzdü, Gül'ü. Çehresine yerleştirdiği öfkesine hâkim olmaya çalışarak " Saçların! Saçın kıvırcıklaşmış!" dedi. Abisi örmüştü saçları, kıyamamıştı bozmaya. Öylece oturduğu yerden uyuyakalmış, uyandığında kendini tüyü kırpılmamış keçiler gibi bulmuştu.

"Hıhı..." dediğinde büyüyen gülümsemesi ile avuç içlerini açarak Kurt'un gözlerine sokarcasına tuttu. " Bak! Nasıl olmuşum?" dedi, kendini beğenmiş bir tavırla.

Kurt gözüne girmemesi için, önündeki elleri nazikçe yer doğru indirdiğinde "Kınalı kuzu!" dedi belli belirsiz tebessümle. Gerçekten öyleydi, Gül. Bir hafta önce gördüğünde Gül bahçesi iken, şimdi o Gül bahçesinde gezen Kınalı bir kuzuya benziyordu. Dağılmış olan kıvırcık saçları, gonca yanaklarına renk getirmiş, kehribarlarında beliren sarı ışıltıları herkesin göreceği kadarıyla ortaya çıkarmıştı.

PİNHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin