Merhaba... Bol yıldızlarla okumanız dileğiyle...
Bir sabah uyanıp, yağmur altında tutunduğum oyuncak bebeğim ile sırılsıklam olana kadar beklediğim o güne dönmüştüm. Umutlarımı saran yeşil sarmaşıklar, yağmur ile yıkanarak arınıyordu. Yine de meydan okuyordum, bana geleceğini hissederek göğe. Çünkü toprak kokardı, beklediğim. Çekerdi yağmur, bana doğru. Bunu bilerek kimi zaman pencereyi aralık bırakır, toprağın kokusunu burnuma çeker güven doldururdum kalbimi. Nefes bile almadan. Saatlerce benimle kalsın diyerek dilerdim, kimi alacakaranlıklarda. Öyle biri geçmişti, benim dünyamdan. Aslında kendimi kandırıyordum. İçinde büyüyememiş çocuk bırakan asılı bedenler gibi... O benden geçmemişti. Hatırlıyordum. Bana bir şekilde sevdiğim adam, Kurt'u anımsatıyordu. Bu ilk sefer de değildi. Göğsündeki iz... Asker yeşili gözleri... İçine çekildiğim dünyasında bana olan bakışları... Ve elime değen eli. Biliyor musun, Kurt? Sen gibi hissettiriyor bana. Elimi tutup, öylece bakan sen gibi. Bana kıyamayan kınalı asker yarısı, sen gibi. Altıncı hisler diyerek bana beyaz yalanlar söyleyen sana inanıyorum. Her daim. Ve yakılan ateşe itiyorum bu adamı, senin için.
Yeniden. Yeniden. Yeniden.
Kaderimin ağında debelenen sarmaşıklarım kalbime doğruydu. Hepsi bu adam sayesindeydi. Dudaklarındaki sıcak temasımı kestiğimde yağmur damlaları okşadı, benim yerimi ele geçirerek. Geriye kaçtığımda, elime sardı elini. Benden gitme dercesine. Tebessüm ettiğimde, yağmurun ıslattığı saçlarım alnımı açmıştı. Kâküllerimi hissetmiyordum ve onun çatık kaşlarının odağı alnımdaki ufak yaramdaydı. Annemden bana kalan bir parça. Hata demeliydim. Onlarca kez özür dilemişti annem. Onu affetmek zorundaydım. Çünkü ebeveynler her daim haklıdır, diyerek büyüdüm. Mesleğimde ise potansiyel suçları yüksek olan insanların katillerinin ebeveynler olduğunu öğrendim. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Katildi, aileler. Gözlerinin feri sönmüş ruhların celladı... Hiçbir şey bize öğretilen doğrular gibi de olmayacaktı. Biz kendi doğrumuzu çizerek, hayatta kalmayı öğrenecektik. Katiller kervanına el değdirmemek için.
Başını eğerek, alnıma ıslak bir öpücük kondurdu. Yarama. Yüzümdeki tebessüm genişledi. Geriye kaçtığında, alık alık sırıtmaya devam ediyordu. " Demir..." dedim nazlı nazlı.
Elimi sıkı sıkı tutarak, yağmur eşliğinde yürümeye başlamıştık bile. " Söyle, yavrum," dedi hiç bekletmeden. Bana geç kalmaktan korkarcasına, kendine daha da çekti, sardığı elimi. Parmaklarımı naifçe okşamaya devam ederken, sağ eli ise poşetleri sıkı sıkı tutuyordu ki ara ara hışırtı sesleri deliyordu yağmurun şiddetini.
"Sen ve ben..." dediğimde elimdeki parmakları duraksar gibi oldu ve tekrar devam etti.
İçli bir nefeste, " biz, olduk." Diyerek netlikle bana hissettirmek istedi. Ve başarmıştı. "Bak..." dedi birbirini ısıtan ellerimizi omuz hizama kadar kaldırarak. Ardından başını eğerek, elimin üzerini gözlerimin içine bakarak öptü. " Başardım..." dediğinde yüzündeki egonun yoğunlaştığı gözlerime çarpıyordu ve bunu da sevmiştim ben. Mutluydu, oldukça. Mutluydum, mutluluğu ile. Her daim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİNHAN
General Fiction"Bana bak! Benim askerimi tehdit edip, hiçbir şey olmamış gibi üste çıkma!" dediğinde kalın sesi bedenime hükmetmiş gibiydi. Tuhaftı ki bedenim sesine, beyaz bayrak sallamak için harekete geçmek üzereydi. Gerilen vücudum ile aniden aklıma gelenleri...