17

265 17 2
                                    


    Herkese merhaba... Bu bölüm ilk kitap finalini verecektim. Ancak bölüm uzun olduğu için ikiye bölerek yayınlayacağım...

Herkese bol yıldızlarla iyi okumalar. Yorumlarda buluşalım...

  ***   

     Bir bir gidenlerin gerisinde kalmıştı, Kulelinin gençleri. Önce bayrağa baktılar ardından okullarına. İçinde ne kahramanlar yetişip vatana can bağışlamışlardı. Yoktu bir sayıları. Ölümsüz olanların.

"Şanlı Yuva Kuleli," dedi yağız bir genç. Bilmiyordu, on yıl sonra Suriye'de silah arkadaşları ile pusuya düşeceğini. Ardından omzu omuza verdiği adamlardan ayrılacağını. Bilseydi de dönmezdi yolundan, anasının kuzusu. Babaydı ona vatan sana canım fedayı kazıyan. Anaydı ona vatanın şanlı bayrağını, önderi Mustafa Kemal Atatürk'ü yüreğinden öldüğünde bile çıkarmaması gerektiğini öğreten. Vatandı ona, topraksız nefes alamayacağını öğreten.

Kurt, aldı bayrağı eline çıktı merdiven basamağına. " Şanlı Yuva Kuleli!" Diyerek daha yüksek bağırdı.

Ardından kendi gibi adı da haykırıyordu, yağız bir genç olduğunu; Göktürk, çıktı Kurt'un yanına. " Şanlı Yuva Kuleli!" Diyerek bağırmaya devam etti. Her biri eşlik etti, onlara.

Kağan'dı vatan için taşan soluklarına şükreden. " Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti," dedi bir hızla zıplayarak. Omuzlara değen eller bir çember oldu. Saniyesinde. Kahkahalar şendi. Marş gören, denizin dalgaları dahi coşuyordu, genç yüreklere.

"Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız."

Sesleri o kadar gürdü ki... Vatan derdi, onları görenler; Var olacak, vatan. Gençleri gören gözler böyle diyordu. Camdan izleyenler müsaade etti, gülen gözleri ile.

"Yaşa varol Harbiye, yıkılmaz satvetinle
Göklerden gelen bir ses sana ne diyor, dinle:
Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen,
Kartal yuvalarında, hürdür millet seninle."

Şen sesleri devam etti, hiç kısılmadan. Vatana borçluydular sevdalarını. Nefeslerini. Kalplerini. Hepsinin aklından çıkmayan borç, şenlikleri oluyordu her saniye.

"Yüz senedir Harbiye bu orduya şan verir,
Çıkardığı dehalar semalara yükselir,
Baştan başa tarihtir mektebin her zerresi,
Sarsılmayan azminle çelik kalalar erir.

Şahikalar üstünde meydan okur bu erler,
Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler,
Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti,
Tarihlere sorun ki bize "Ölmez Türk" derler."

Diyerek haykırdılar yere göğe, yıkılmaz geçilmez bir duvar olduklarını. Gözler pırıl pırıl, kalpler dolu dolu. Bir aradaydılar, Şanlı Kulelinin kanatlarında büyüyen vatan evlatları.

Her biri birbirinden takılarak şen muhabbete koyuldu, kimisi sağa kimisi sola doğru ilerledi. Göktürk, Kağan'ın omzuna attığı eli ile " duydum ki bir mektup almışsın," diyerek alaylı sesi ile şenliğinden vazgeçmedi. Kurt, yanı başlarında elleri cebinde ilerliyordu ki Kağan'ın kendisine dönmesi ile ne var lan, dercesine kafasını salladı. " Ondan öğrenmedim. Bundan çıkacak sır hayra yorulmaz zaten, oğlum," dedi Göktürk. Güldü, Kurt'a değen gözleriyle. " Ona da takılırım, aldığı otuz üç mektupta takıldığım gibi. Dert etme, oğlum. Hepsi sırasıyla." Dedi hinlik dolu sesiyle.

"Lan bir de mektupları mı saydın," dedi Kağan ciddi ifadesinde az buçuk beliren şaşkınlığı siliverdi.

Göktürk, Kağan'ın omzundaki eli birkaç kez vurdu. " Oğlum geleni odaya almayınca. El mahkum göz ilişiyor, sayıyoruz," dediğinde Kurt'a baktı yeniden. " Lan, hiçbir tanesini de açmadın değil mi?" Dedi sorgularcasına. " Bizden gizli belli mi olur," diyerek hayatı be kadar hızlı yaşadığını gözler önüne seriyordu, gülen yüzüyle.

PİNHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin