12

189 8 11
                                    


                        Kyk internetiyle ufak bir münakaşa yaşadığımız için bölüm biraz gecikti. Üzgünüm... 

                    Bol yıldızlarla keyifli okumalar...


      Bahçesinde solan bir çiçek, gökyüzünde bir matem, şehrinde bir kalp kırıklığı... Kurt'u delmiş bir şarapnel parçasıydı. Yalnızca seğiren gözleri, bin cümleye bedeldi. Git gide yaklaşıyorlardı, dönüm noktalarına. Bir nefes doldu, göğüs kafesindeki toprağa... Acının yanında yakıcı bir his kol gezdi, bedende. Oysa bunun için fazla küçüktü çocuk. Acının ne zaman yaşı olmuştu ki, ona tolerans geçecek bir kader olacaktı?

Karşısındaki adamı izledi, dinledi ve solmaya ramak kalan bir gül için benliğini yakmayı kendine layık gördü. Çünkü solmaya yüz tutan gül, biliyordu ki yeşermek zorundaydı. Toprağının sulanması için. Adam gideceksin dedi, gitmeyi göze aldı. Adam öleceksin dedi, ölmeyi göze aldı. Adam nefesini ona adayacaksın dedi, Gül'e adandı. Sorgusu sualsiz, benliğini kalbini elleri arasında tutan o minik kıza teslim etti.

Tok bir ses çıktı, oldukça şık giyinmiş adamdan. "Kurt Sungur!" dediğinde siyah ayakkabılarla kuşanan keskin adımları Kurt'un ayakuçlarında son buldu. Yaralı bir Kurt olduğunu ele veren gözlerinde sönmek bilmeyen bir ateş vardı. İntikam, hırs, koruma içgüdüsü... Her ne olarak adlandırılırdı, yalnızca Kurt anlayabilirdi. Birde Kurt'un sığındığı Gül'ü.

Yeşilleri keskin, sert bir duyguyla çevrelenmiş bir halde, "son kez..." dedi, Kurt. İki gün boyunca oturduğu koyu kahve tonundaki geniş koltukta çıtı çıkmayan o çocuk, dile gelmişti. " Son kez, ona gitmek istiyorum." Gözleri, Orgeneral Muharrem Kılıç'ı buldu. O kimdi, biliyordu adam. Kalbini de görüyordu çocuğun ama görmemezlikten gelmek en iyi seçenek olacaktı. İki nefesin aralığı bir müddet genişlemek zorundaydı. Aksi takdirde... Bir daha birbirine değmeyecek nefeslerdi, Kurt ve Gül. "Ona gitmem gerek." Dediğinde netti. Belki hiç göremeyeceğini düşündü, çocuk. İçine çekildiği oyunda son, ölüm olabilirdi. Ve ölümde olsa kırmak istediği son kalp dahi olmamalıydı, Gül. Kurt, sığınağına ihanet etmezdi. Edemezdi. Solmamalıydı bu yüzden gül bahçesi.

İki adam da birbirine baktı. Son defa diye düşünen çocuğa her şeyi anlatmaları mümkün değildi. Ancak geleceği vatan olacak çocuğa bu çok görülmedi. Onay verildi.

Kapıya adımlayan Kurt'u takip etti, Muharrem Bey. Nereye gittiğini bilmeden ilerlediğini düşündüğü çocuk, labirentteki çıkışı çoktan zihnine kodlamıştı. Buldu ve buraya getirildiği arabanın önünde duraksadı. Ardındaki adamda duraksadı, yolu bir analizci hafızasıyla bulmasını artı safhasına ekleyerek durağan bir ifadeyle bakmaya devam etti.

Bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Serpiştirmeye başlayan yağmur dahi Gül'ü hatırlattı ona. Kim bilir belki de gelmeyeceğini söylemesine rağmen yağmura çıkmış, oyuna başlamıştı bile. Gül'dü, o. İnadı inat, kalbi gül, yüzü ışık, bedeni sığınak... Boynundan sarkan yüzüğü gömleğinin içine koyarak, arabanın açılan kapısıyla, içeriye girdi. Yanına kurulan adama karşı, " oralara da yağmur yağıyor mudur?" diye sordu.

Harekete geçen arabada kafasını cama doğru çeviren adam, "oralara daha çok yağıyordur," diyerek yanıtladı, onu. Daha göğün tuttuğu yas bitmemişti çünkü. Şehitler için belki de aylarca, yıllarca ağlardı bulutlar. " Kurt..." dedi adam. Yağmur damlaların ıslattığı pencereden çektiği bakışları, yanı başındaki kumral çocuğa çevirdiğinde, " oraya gittiğimizde, olur da Gül'ü gördüğünde istemez isen bana söy..." diyemedi.

PİNHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin