Ertesi gün hava ağır ve pusluydu. Saat sabahın erken vakitleriydi ama Berat ve Metin neredeyse hiç uyuyamamışlardı. Göktuğ'un geleceği anı beklemek, ikisi için de bitmek bilmeyen bir işkenceye dönüşmüştü. Zihninde sürekli senaryolar üreten Berat, bir yandan Yaman'ın başına bir şey gelmiş olma ihtimalini düşünmeden duramıyordu. Metin ise dışarıda adeta donuk bir şekilde oturmuş, neredeyse hareket etmiyordu. Göktuğ'un varlığı bir umut ışığı olmuştu, ama bu bile yeterli gelmiyordu.
Saat tam 8:30'du ki kapı sert bir şekilde çaldı. Berat, neredeyse fırlayarak kapıya koştu, kalbi hızla atıyordu. Kapıyı açtığında, Göktuğ'un dimdik duran siluetiyle karşılaştı. Yaman'ın abisi, her zamanki gibi disiplinli duruşuyla, kapının önünde duruyordu. Üzerindeki askeri üniforma ona daha da otoriter bir hava katıyordu. Yüzünde en ufak bir duygusal değişiklik yoktu, sadece görev bilinciyle dolu, sert bir ifade.
"Abi..." diye fısıldadı Berat, gözleri dolu dolu.
Göktuğ, ona kısaca başını sallayarak karşılık verdi ve doğrudan içeriye girdi. Etrafı hızla gözden geçirip, Metin'e bakarak, "Şimdi anlatın," dedi, sesi sert ve netti. Olayı anlamaya kararlıydı.
Berat, tüm detayları bir çırpıda anlattı. Yaman'ın birkaç gün önce eve gelip, sonra aniden ortadan kaybolduğunu, cep telefonunun kapalı olduğunu, ulaşmak için her yolu denediklerini ama hiçbir iz bulamadıklarını söyledi. Göktuğ, hiçbir kelimeyi kaçırmadan dinledi. Yüzü değişmedi, ama zihninde olayları bir araya getiriyordu.
"En son nerede görüsünüz?" diye sordu Göktuğ, gözlerini Berat'a dikerek.
"En son okulda final teslimi sırasında gördüm," dedi Berat. "O gün birlikte kahvaltı yaptık hiç bir sıkıntı yoktu."
Göktuğ bir süre düşündü, sonra cep telefonunu çıkarıp bir numarayı çevirdi. "Kaya, ben Göktuğ," dedi soğukkanlı bir şekilde. "Evet, acil bir durum var. Kardeşim Yaman kayboldu. Benim mühim bir durum, Antalya'daki birimlere haber verin. Gözünüzü dört açın, herhangi bir bilgi gelirse bana hemen bildirin."
Berat ve Metin, bu kadar hızlı bir şekilde harekete geçmesini hayretle izliyorlardı. Göktuğ sadece sert bir asker değil, aynı zamanda çok etkili bir liderdi. Telefonunu kapatıp, Berat'a döndü.
"Artık iş bizde," dedi sakin ama kararlı bir sesle. "Siz burada kalın. Şimdi tüm ekibi harekete geçirdim. Eğer Yaman bir yerde tutuluyorsa, onu bulacağız. Ama panik yapmayın. Ben buradayken kimseye bir şey olmaz."
Berat, derin bir nefes aldı ama hâlâ titriyordu. Metin ise ellerini sıkıca birbirine kenetleyip, "Sence Yaman nerde olabilir abi?" diye sordu, sesi tedirgin.
Göktuğ bir anlık duraksadı, gözlerinde belli belirsiz bir karamsarlık belirdi ama bu ifadesini hemen toparladı. "Yaman zeki bir çocuk, her şey olabilir ama eminim bir yolunu bulur," dedi. Sonra yavaşça arkasını dönüp kapıya yöneldi, "Şimdi gidip birkaç şey kontrol etmem gerekiyor. Siz burada bekleyin, size haber vereceğim."
Kapıyı açarken, durdu ve geri döndü. "Yaman'ın başına bir şey geldiyse bile onu bulup buraya geri getireceğim," dedi, sesindeki kesinlik Berat ve Metin'e biraz olsun güven verdi.
::::
Göktuğ kapıya yönelmişken, Berat'ın telefonu keskin bir titreşimle masada yerinden sıçradı. Berat, hala titreyen elleriyle telefonu aldı ve ekrana baktı. Arayan, sınıf arkadaşı Damla'ydı. Gözlerinde beliren hafif şaşkınlıkla telefonu açtı.
"Damla?" dedi Berat, sesi hâlâ gergindi ve düşünceleri dağınıktı. Damla'nın neşeli sesi karşıdan duyuldu:
"Berat, Yaman gelecek mi? Bir-iki gündür derslere hiç gelmedi. Bugün de ödev notları açıklanacak. Telefonuda kapalı O yüzden soruyorum." Damla, sanki hiç önemli bir şey yokmuş gibi konuşuyordu; bu durum, Berat'ı daha da fazla strese soktu. İçinde fırtınalar koparken Damla'nın habersizce neşeli konuşması ona gerçekliği unutturan bir boşluk anı yaşattı. Ama ardından, ağırlığı hissetti, kelimeleri ağzından istemsizce döküldü.
"Yaman kayıp..."
Telefonun diğer ucunda bir anda sessizlik oldu, Damla'nın neşeli tonu hızla değişti, yerini şaşkınlık ve endişeye bıraktı. "Ne demek kayıp?" diye sordu Damla, sesi titrek ve ciddi bir hal aldı. Berat bir an duraksadı, düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Damla'nın bu kadar şaşırmış olması, Berat'ın bir şeyler daha sorması gerektiğini fark ettirdi.
Berat, kısa bir süre sonra derin bir nefes aldı ve telefonu hoparlöre alarak Göktuğ'un da konuşmaları dinleyebilmesini sağladı. Göktuğ, bir yandan da dikkatlice Berat'ın yanına yaklaşmış, sessizce dinliyordu.
"Damla," dedi Berat, sesinde bir endişe ve kararlılık vardı. "Damla onu okuldan sonra gördün mü?"
Damla'nın şaşkınlığı giderek arttı, sesi de daha titrek bir hale gelmişti. "Evet, evet... O gün Yaman gerçekten çok kötü görünüyordu. Ders boyunca halsizdi. Hatta dersten sonra da çok bitkin bir haldeydi. Ona eve bırakmayı teklif ettim. Ama kabul etmedi. Başka bir işi olduğunu, başka bir yere gideceğini söyledi"
Berat kaşlarını çatmıştı, aldığı cevaplar onu tatmin etmiyordu. "Peki neden kabul etmedi? Nereye gitmesi gerekiyormuş?"
Damla tereddüt etti, sanki hafızasını yokluyormuş gibi bir an sustu. "Aslında, tam olarak bir şey söylemedi... Sadece eve gitmeyeceğini söyledi. Ben de fazla üstelemedim, çünkü zaten çok kötü görünüyordu. Eve gitse dinlenir diye düşündüm."
Berat'ın kafasında bin bir türlü soru belirmişti. "Sonra ne oldu? Onu nereye gittiğini gördün mü?"
Damla bir süre daha duraksadı, hatırlamaya çalışırken sesinde huzursuzluk hissediliyordu. "Şey... Sanırım... Evet, evet. Tam çıkışta bir arabanın yanına gittiğini gördüm. Siyah bir arabaydı. Arabaya bindi ama kiminle olduğunu bilmiyorum. Yüzünü göremedim."
Bu bilgi, Berat'ın gözlerinde bir an için şokla büyüyen bir ifade oluşturdu. "Ne arabası? Kimdi, Damla? Hatırladığın başka bir şey var mı?"
Damla'nın sesinde beliren endişe ve şaşkınlık barizdi. "Bilmiyorum, Berat. Tanımadığım biri olabilir. Ama Siyah bir arabaydı, o kadar. Plakasına bile bakmadım..."
Bu sırada Göktuğ, daha fazla beklemeden hızla devreye girdi. Berat'ın yanına yaklaşarak telefonu eline aldı, hoparlör modunu kapattı ve sert, kararlı bir sesle konuşmaya başladı. "Damla, ben Göktuğ," dedi, sesi emir verir gibi net ve otoriterdi. "Yaman'ın abisiyim. Mümkünse hemen buraya gelebilir misin? Daha fazla detaya ihtiyacımız var."
Damla, karşıdaki şok ve endişeyle donmuş halini toparlamaya çalışarak cevap verdi. "Tabii, hemen geliyorum. Zaten çıktım bile!" dedi, sesi aceleyle yükselmişti. Onun da içinde büyüyen korku, Berat ve Metin'e yavaşça bulaşıyordu.
Göktuğ kısa bir süre sessiz kaldı, ardından sakin ama kararlı bir şekilde, "Sağ ol kardeşim. Seni bekliyoruz," dedi ve telefonu kapattı. Telefonu Berat'a uzatırken, gözlerinde derin bir kararlılık vardı. Şimdi olayları çözme zamanıydı.
Göktuğ, bir an odadaki derin sessizliğe göz gezdirdi. Herkes endişeyle düşüncelerine dalmışken, o plan yapıyordu. Derin bir nefes aldı ve Berat ile Metin'e döndü. "Damla buraya gelene kadar bekleyeceğiz. O sırada okulun güvenlik kameralarını incelemem gerekecek. O arabayı bulmamız lazım. Yaman'ı bulmamızın tek yolu bu olabilir."
Berat, içindeki korkuyu zorlukla dizginleyerek başını salladı. Metin ise hâlâ odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürüyordu, yüzünde karanlık bir ifade vardı. Gerginlik hepilerini sarmıştı, ama Göktuğ'un verdiği emirle bir nebze olsun harekete geçebileceklerini hissettiler. Şimdi önemli olan Damla'nın vereceği bilgiydi. Göktuğ, askeri disiplinini koruyarak planını hazırlarken, geri kalan herkes bu belirsizlik içinde çaresizce bekliyordu.
Fısıltı bir şekilde "Ne yapacağız şimdi?" dedi Berat, sesi çatlamıştı.
Metin, ona biraz daha yaklaşıp, "Bekleyeceğiz... Başka yapacak bir şeyimiz yok," diye fısıldadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Non-FictionYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır