Elimde telefonu sıkarak ekrana baktım, kafamda dönüp duran soruların ağırlığı altında eziliyordum. Cevap versem mi, yoksa görmezden mi gelsem? Düşüncelerim beynimde yankılanırken ekrana bir mesaj daha düştü. Artık bu sessizliğe devam edemezdim.
"Telefona öylece bakacağına bir cevap versen."
Sinirle telefonu elimde sıktım. Bir an kendimi kaybedip telefonu yere düşürdüm; odanın içinde yankılanan sert bir sesle irkildim. Etrafıma bakındım, göğsümde büyüyen sıkıntıyı durdurmaya çalışarak hızlı nefesler aldım. Sonunda, elimdeki bütün korku ve öfkeyi bir araya getirip telefonu tekrar elime aldım.
Parmaklarım ekranda hızla dolaşırken mesaj kutusuna sadece bir cümle yazdım:
"Ne istiyorsun?!"
Gönderdikten sonra içimden bir şeylerin kırıldığını hissettim. Artık cevabını beklemekten başka çarem yoktu.
Mesajı gönderdikten sonra içimde bir huzursuzluk yayıldı. Kalbim hızla çarpıyordu, sanki odanın içinde beni izleyen bir göz vardı da, her şeyin farkındaydı. Karanlık bir şeyin içine çekiliyormuş gibi hissediyordum, ellerim hâlâ titriyordu. "Ne istiyorsun?!" demiştim, ama aslında duymaktan korktuğum bir cevabı mı çağırmıştım, bilmiyordum.
Odanın içinde volta atmaya başladım, bir yandan da düşüncelerim karmakarışık şekilde zihnimde dolanıyordu. Bu adam, bu Yavuz... Onunla tanıştığımız andan beri içimde tuhaf bir rahatsızlık vardı. Tanımadığım bir yabancıydı, ama onunla göz göze geldiğimiz an beni derinlemesine huzursuz etmişti.
Düşüncelerimle baş etmeye çalışırken telefonum bir kez daha titredi. Ekrana baktım, içimde ürperti yaratan yeni bir mesaj Yavuz'dan gelmişti. Okumak istemiyordum, ama merak ağır basıyordu. Ekranın üzerine parmağımı yavaşça kaydırarak mesajı açtım.
"Sana anlatacaklarım var," yazıyordu. "Ama yüz yüze."
Bir anda içimdeki korku iyice arttı. Bu adam neyin peşindeydi? Kendimi toparlayıp derin bir nefes aldım. İçimden gelen o rahatsızlık iyice yerleşmişti. Bana anlatmak istediği şey ne olabilirdi ki?
Aklımdan, belki de bu işin peşine düşmemem gerektiği geçti. Ama yine de içimde garip bir dürtü vardı; sanki bilinmeyen bir şeylerin sırrını çözmek zorundaymışım gibi, adımlarım beni ona doğru çekiyordu. Kendi içimde boğuşurken telefonumun ekranını kapatıp masaya koydum. Bu konuşmanın üzerine gidip gitmemem gerektiğini bir türlü kestiremiyordum. Düşüncelerim birbirine karışmıştı; Yavuz'un o soğuk, delici bakışları gözlerimin önünden gitmiyordu.
Odada ileri geri yürümeye devam ettim, bir çıkış yolu arar gibi, ama ne yapacağımı bilemiyordum.
Bir yandan odada volta atıyor, bir yandan da bu adamla yüz yüze gelmenin akıl karı olup olmadığını sorguluyordum. Kendi içimde cevabını bulamadığım o sorular, her adımda zihnimi biraz daha kemiriyordu. Yavuz'un gözlerindeki o tanıdık, ama bir o kadar da rahatsız edici bakış aklımdan çıkmıyordu. Bir yabancının gözlerinde nasıl böyle tanıdık bir şey bulabilirdim ki? Sanki beni çok uzun zamandır tanıyordu... Ya da benden beklediği bir şey vardı.
Tam vazgeçip yatmayı düşünüyordum ki telefon bir kez daha titredi. Kalbim aniden hızlandı, istemesem de elim ekrana gitti. Yavuz'dan gelen kısa bir mesajdı: "Korkuyorsan söyle, seni zorlamam."
Mesajı okuduğum an içimde öfkeyle karışık bir rahatsızlık kabardı. Kimdi ki o, bana böyle konuşuyordu? Korkup korkmadığımı nereden çıkarıyordu? Cevap yazmamak için direnmeye çalıştım, ama kendimi tutamadım. Parmaklarım, içimde biriken tüm öfkeyle ekrana vurur gibi yazıyordu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Non-FictionYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır