Yani biraz buna yoğunlaşalım.Yazarken şizofreniyi araştırıyorum, az kaldı şizofren olduğunu düşünmeye başlıyıcam.
İyi okumalar🥰
Elimdeki kahve fincanına bakıyordum, sıvının yüzeyinde beliren küçük dalgacıklar zihnimi olduğu gibi karmaşık bir hale getiriyordu. Damla bir şeyler anlatıyordu, ama söylediklerinin tek bir kelimesi bile bana ulaşmıyordu. Kendi içime çekilmiş gibiydim, adeta bir boşluğun içinde süzülüyordum. Neden bu kadar sıkışmış hissediyordum? Kendime bir cevap bulamıyordum.
Gözlerim, masanın üzerindeki rastgele bir noktaya kaydı, oraya bakarken zihnim çok başka yerlere gitti. Aklımda tam olarak ne vardı bilmiyordum, ama bu his beni boğuyordu. Sanki her şey üzerime geliyordu, ama nedenini bilmiyordum. Damla'nın sesi bir anda daha belirgin bir şekilde duyuldu.
"Yaman, beni dinliyor musun?" diye sordu. Bir anda irkildim. Gerçek dünyaya geri dönmüş gibi hissettim, ne diyeceğimi bilemeden sağa sola bakındım.
Damla, hafif bir gülümsemeyle bana döndü. Gözleri sıcak ve samimiydi, ama bakışlarında bir sorgulama vardı. "Çok dalgınsın," dedi, gözlerini kitabına indirerek. "Bir şey mi var?"
Bir süre cevap vermedim. Kahve fincanını yavaşça masaya bıraktım, avuçlarımı saçlarımda gezdirip sıkıntıyla geriye taradım. Nefes alıp vermek bile zor geliyordu. "Yani, bir şey var ama..." dedim, cümlemi tamamlarken bile kelimeler bana yabancı geldi.
Damla, başını kaldırıp yüzüme baktı. "Ne gibi bir şey?" dedi, sesinde sabırlı ama meraklı bir ton vardı.
Bir an duraksadım. Doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordum, ama kafamda hiçbir şey netleşmiyordu. Derin bir nefes alıp, "Bilmiyorum," dedim sonunda, çaresizce. "Yani, sıkıntılı olduğumu hissediyorum ama sıkıntımın ne olduğunu bile tam anlamıyla bilmiyorum."
Ona bakarken yüzünde beliren hafif endişeyi fark ettim. Bir şey demedi, ama sanki bir şeyler söylemek için beni bekliyordu. Bu sessizlik beni daha da boğuyordu. Kelimeler çıkmak istiyor, ama bir türlü çıkamıyordu. "Sanki her şeyin yolunda gitmesi gerekirken, içimde bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorum," dedim sonunda, sesim daha derin ve kısık bir tonla.
Damla, sakin bir şekilde başını salladı, gözlerini tekrar masadaki kitaba indirerek. "Belki de fazla düşünüyorsundur," dedi, yumuşak bir sesle.
Haklı olabilirdi, ama bu hisse teslim olmaktan korkuyordum. Sessizce masaya baktım, o ise hiç acele etmeden, her zamanki sakinliğiyle bir sonraki cümlesini kurmak için bekliyordu.
Kol saatime baktım ve şaşkınlıkla mırıldandım, "Biz kaç saattir buradayız?"
Damla, önce benim yüzüme, sonra kendi saatine baktı. "Yemek yedikten sonra üç saat geçmiş," dedi sakince. "Saat birde buluştuk. Demek ki... dokuz saat olmuş."
Gözlerim bir anda büyüdü, sandalyemde dikleşip aceleyle ayağa kalktım. "Benim gitmem lazım," dedim. Sandalye gıcırdayarak geriye kaydı.
Damla da hızla yerinden kalktı, bakışlarındaki endişeyi görmezden gelemezdim. "Seni eve bırakayım istersen," dedi, sesi alışılmadık derecede yumuşaktı.
Paltomu hızla sırtıma geçirip çantamı omzuma alırken başımı iki yana salladım. "Yok, ben kendim giderim. Hem başka bir işim var." Sözlerim aceleyle çıktı, istemsizce sert bile olmuş olabilir.
Elimdeki deneme kağıtlarını çantama tıkıştırırken Damla'nın sesini tekrar duydum. "Emin misin, Yaman? Yağmur yağacak gibi. Seni bırakabilirim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Non-FictionYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır