Yavuz'un söylediklerini dinlerken, içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Onun dağınık cümleleri, kendi içine kapanmış hali, bu yaşadığı karanlık... Gözlerim bir an Yavuz'un bulanık gözlerine kaydı ve içimde tarifi zor, ağır bir his belirdi. Sanki o an, bir şeyler yerine oturmuştu. Kafamda taşlar yerine oturur gibi, boğazıma bir yumru düğümlendi. Bu duygu, içimde kontrol edemediğim bir şekilde büyümeye başladı.
Yavuz'un "Gitme, Atilla," diye inledi, "herkes gitti sende gitme" içimdeki o yumruyu daha da sıkıştırıyordu. Onun oğluyla beni bir tutmaya çalışması, gözlerinde kaybolan o geçmişin izlerini bana yüklemeye çalışması... Kendi hayatının enkazını üzerime bırakıyordu adeta. İçimde bir isyan belirdi, boğazımdaki düğüm çözülmeden büyüdü. Yavuz'un yarattığı bu dünyada hapsolmayı kaldıramazdım. Bir şeyler yapmalıydım. Bir şeyler demeliydim.
Bir anda kendimi kaybedercesine ona doğru bir adım attım. Sanki içimdeki o baskı patladı, boğazımdaki düğümle birlikte, "Gitmeyeceğim!" dedim, sesim hiç beklemediğim kadar kararlı çıkmıştı. "Hiçbir yere gitmiyorum!"
Sözlerim odayı doldurdu. Yavuz'un gözleri bir an irkildi, sanki söylediklerimi tam anlayamamış gibi. Ama ben söylediklerimi içimde hissetmiştim; Yavuz'a değil, onun hayaletlerine değil, beni buraya hapseden herkese karşı söylüyordum. Bu kaçırılma, bu akıl oyunları, hepsi sona ermeli diye düşündüm.
Yavuz hâlâ dizlerinin üzerinde, elleriyle başını tutuyordu. Ama artık ona acıma ya da merhamet duymuyordum. İçimdeki o duygu beni sürüklüyordu. Yavuz'un o yaralı zihninden kurtulmak zorundaydım.
Yavuz'un titreyen hali karşısında adımlarım yavaşladı. İçimdeki karmaşa büyüyordu; hem onun çektiği acıya tanık olmak hem de kaçmanın artık bir seçenek olmadığını bilmek, beni köşeye sıkıştırmıştı. Yavuz'un gözlerinde bir şeyler arıyordum; belki de bir umut, belki de beni bırakmasını sağlayacak bir işaret... Ama gördüğüm tek şey, derin bir yalnızlık ve çaresizlikti.
"Belki kader böyledir..." diye mırıldandım, kendi sesimin bu kadar içten çıktığını fark etmeden. Adımlarım beni ona doğru çekiyordu, sanki başka bir seçenek yokmuş gibi. Yavuz'un önünde durduğumda ellerim istemsizce havaya kalktı, sanki onun acısını hafifletmek için bir şey yapabileceğime inanmış gibiydim. Ellerim, onun yüzüne yaklaştı ve titreyen yanaklarına dokundu. Soğuktu, ama içimde derin bir sıcaklık hissettim, sanki onun acısı benim kalbime de dokunuyordu.
"Belki de bir şeyler değişebilir," diye düşündüm kendi kendime. Yavuz'un gözlerinde kaybolmuş bir adamın bakışları vardı. Onu kaçıran, beni bu kaosa sürükleyen adamın aynı zamanda böylesine kırılmış ve savunmasız olabileceğini hiç düşünmemiştim. Yavuz, her ne kadar bana zarar vermiş olsa da, şimdi karşımdaki bu haliyle onun bir zamanlar bir baba, bir insan olduğunu görüyordum. Ve bu acıya tanıklık etmek, içimdeki tüm kızgınlığı, korkuyu yerle bir etti. Kalan tek şey, derin bir üzüntüydü.
Ellerim Yavuz'un yüzünde dururken, o an belki de onu tamamen anlamıştım. Onun çektiği acıyı, kaybettiği şeylerin ağırlığını hissedebiliyordum. Gözleri bir an için bulanıklığını kaybetti ve bana odaklandı. Sanki dünyasında bir anlık da olsa bir netlik yakalamıştı. Ama o netliğin arkasında öyle bir keder vardı ki, içim daha da sıkıştı.
Yavuz'un gözleri dolmaya başladı, ama tek bir damla bile akmadı. İçimdeki yumru daha da büyüdü, boğazımı yakarak. Belki de kaderimiz buydu, diye düşündüm. Yavuz'un bu acı içinde kıvranmasına tanık olmak zorundaydım. Onu kaçıran adam şimdi karşımda, zayıf ve kırılgan bir insan olarak duruyordu. Onun yanında kalmak ve bu acıyı paylaşmak, en zor şeydi. Ama belki, bir şeyleri değiştirebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Não FicçãoYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır