Bölüm 11

470 38 22
                                    

Bağlı olduğum sandalyede, bileklerimi sıkıca kavrayan iplerin her bir telini tenimde hissediyorum. Her bir düğüm, hareket etmeme izin vermiyor, ama asıl tutsak olduğum şey ipler değil, Yavuz'un zihnindeki karanlık. Odadaki sessizlik ağır, boğucu... Yavuz'un ayak seslerini duyuyorum. Yavaş, tereddütlü adımlarla bana doğru yaklaşıyor. Başımı çevirmeye çalışıyorum, ama boynumun sertliği, gözlerimdeki soğuk bakışların ona dönmesine yetiyor. Yavuz'un yüzüme baktığını hissedebiliyorum, o çaresizlik ve korkunun arasında, bir şeyler bulmaya çalışıyor. Ama bulamayacak.

Bir süre duruyor. Soluk alışı hızlanmış, fark ediyorum. Gözlerim onun gözlerinde, ama o sanki başka bir yerde, bir şey arıyor. "Yaman..." diyor, sesi titriyor.

Beni böyle görmesi onu rahatsız ediyor. Hatta belki de korkuyor. Gözlerimle onu süzerken, içimde bir öfke kabarıyor. "Yaman demene şaşırmam mı lazım?" diye soruyorum, sesimdeki alay ve sertlik saklanamıyor. O an, kelimelerim sanki onu duvara çarpmış gibi. Şokla gözleri açılıyor, bana bakmayı sürdürüyor, ama bakışlarında bir karışıklık var. Benimle mi konuşuyor, yoksa kendi zihninde başka bir şey mi kurguluyor?

Gözlerinde o eski tanıdık ifadeyi gördüğüm an anlıyorum. Yavuz'un zihnindeki hayaletlerle savaşı, ona burada olduğumu unutturmuş. Belki de tüm bu yaşananlar, onun kafasının içindeki bir karmaşadan ibaret. Bir an bile olsa, burada olmadığımı, onun bir parçası olmadığımı düşündüğünde nasıl bir yalnızlığa kapıldığını fark ediyorum. Ama bunlar beni kurtarmayacak.

Yavuz, ellerini yüzüne kapatıp bir adım geri çekiliyor, sanki beni görmüyormuş gibi. Gözleri kocaman açılmış, sanki gerçeklikten kopmuş. "Bu bir rüya olmalı..." diye mırıldanıyor. Hareket etmeye çalışıyorum, ama ipler beni yere mıhlamış. Ona ne kadar yakınsam, o kadar uzak hissediyorum. Yavuz aniden geri çekiliyor, gözlerinde o kaçışı görüyorum. Bu, savaştan kaçan birinin bakışı; korkunun kontrolü ele aldığı bir an.

Bileklerim bağlı, nefesim kesik kesik. Kalbim göğsümde patlayacak gibi atıyor, korkunun soğuk pençesi iliklerime işliyor. Yavuz'un sert adımları odada yankılanıyor, karanlık bakışları üzerimde. Kafamı kaldırıp ona baktığımda, içimdeki tüm umut kırıntıları dağılmaya başlıyor. Birkaç saniye boyunca sessizce bekliyorum, ama sessizliğin yükü o kadar ağır ki, en sonunda dayanamıyorum.

"Yavuz... Bırak beni, lütfen," diye fısıldıyorum, sesim titriyor. "Ben sadece bir öğrenciyim. Hayatımı bitirme, lütfen. Okulum benim için çok önemli, her şeyim o..."

Sözlerimle biraz olsun ona ulaşmayı umut ediyorum, ama yüzündeki ifade değişmiyor. Gözleri hala soğuk, acımasız. Dudaklarının kenarı kıvrılıyor ve yüzünde beliren o alaycı gülümseme, beni daha da derin bir dehşete sürüklüyor.

"Öyle mi?" diye soruyor, sesi sanki bir oyun oynuyormuş gibi hafif, ama tehditkâr. "Ama hani gitmeyecektin? Sözünde mi durmuyorsun?"

Bir an durup ona şaşkınlıkla bakıyorum. Ne demek istiyor? Gitmeyecektin... Sözünde durmuyorsun... Bu sözlerin anlamını kavrayamıyorum. Ne zaman böyle bir şey söyledim? Ne zaman ona gitmeyeceğimi söyledim ki?

"Ben... Ben öyle bir şey hiç söylemedim!" diye haykırıyorum. Sesim odada yankılanıyor, çaresizlik ve öfke bir arada boğazımı sıkıyor. "Sana gitmeyeceğimi nasıl söylerim? Beni kaçıran bir adamın yanında neden kalmak isteyeyim ki? Senin yanındayken hayatım mahvoluyor, anlamıyor musun?"

Gözlerimden yaşlar süzülmeye başlıyor. Ne kadar güçlü kalmaya çalışsam da, korku ve çaresizlik beni ele geçiriyor. Kaçırıldığım günden beri hissettiğim bu karanlık, üzerime çöken bu ağırlık, her geçen saniye daha da büyüyor. Sanki içinde bulunduğum bu kabustan bir çıkış yolu yokmuş gibi hissediyorum.

ŞİZOFREN//BXBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin