Toprağa kapaklandığım anda tüm bedenim isyan etmişti, titriyor ve acıdan kıvranıyordu. Dizlerim, kollarım ve yüzüm, çamurun ve sert dalların arasında ezilmişti. Yağmur, sanki bu yaşadıklarımı daha da dayanılmaz hale getirmek için üzerime daha da şiddetle yağıyordu. Toprak kokusu ve kanın demir tadı ağzımda birikti, ancak nefes almak bile zorluyordu.
Tam önümde duran botlara bakarken, içimde bir yerden çaresizce gelen bir bağırışın yükseldiğini hissettim, ama sesim çıkmadı. Beynim adeta uyuşmuştu. Adamın varlığı, sanki etrafımdaki her şeyin üzerine karanlık bir örtü gibi çökmüştü. Beni kollarımın altından sertçe kavradığında vücudum titredi, ama gücüm kalmamıştı. Ona karşı koymak istedim, bağırmak, kaçmak, vurmak... ama hiçbir şey yapamadım. Tüm enerjim tükenmiş gibiydi.
Yavuz'un beni havaya kaldırmasıyla birlikte, etrafımda dönen dünya daha da hızlandı. Gözlerim kapanmak üzereyken, derin, kalın bir ses tonuyla mırıldandığını duydum. "Seni bulacağımı biliyordum. Her şey bittiğinde tekrar benim olacaksın."
O an, artık her şeyin sonuna geldiğimi düşündüm. Göz kapaklarım ağırlaştı, yağmur damlaları tenime değmeye devam ederken bilincimi tamamen kaybettim.
**
Gözlerimi açtığımda, başımdaki zonklayan ağrı tüm dikkatimi ele geçirmişti. Bulanık görüyordum, etrafımdaki her şey gri bir sis perdesinin arkasına saklanmış gibiydi. Nerede olduğumu anlamam biraz zaman aldı. Ağır, oymalı mobilyalar, koyu renkli duvarlar... Burası bana hiç tanıdık gelmiyordu. Odadaki yoğun rutubet kokusu ciğerlerime dolarken, midem bulanmaya başladı. Kendimi oldukça zayıf ve güçsüz hissediyordum. Zihnimde yalnızca tek bir soru yankılanıyordu: Buraya nasıl geldim?
Ne kadar zamandır burada olduğumu bilmiyordum. Saatler mi, günler mi geçmişti? Zaman algım tamamen kaybolmuştu. Ellerimin sıkıca bağlandığını fark ettiğimde, içimde bir ürperti dalgası yükseldi. Vücudum adeta ağırlıktan taşlaşmıştı, kıpırdayamıyordum. Bir adım atmak, kaçmak ya da karşı koymak için gücüm yoktu.
Sessizliği bozan ayak sesleri duyduğumda, içimdeki korku daha da derinleşti. Gelenin kim olduğunu bilmiyordum, ama bu ses tanıdıktı. Yavaşça, usul usul yaklaşıyordu. Her adımı beni daha da sıkıştırıyor, nefes almamı zorlaştırıyordu. Gözlerimi zorlayarak odanın kapısına baktım. İçeriye süzülen kişinin kim olduğunu gördüğümde, kalbim hızla çarpmaya başladı. Bu, Yavuz'du. Gözlerinde soğuk, keskin bir ifade vardı. O an içimdeki tüm korkular gerçeklik kazandı. Bu adam tehlikeliydi, hem de çok.
Yavuz'un yüzünde her zamanki alaycı gülümsemesi vardı, fakat bu sefer gülümsemenin altında başka bir şey daha yatıyordu. Bir saplantı, bir kontrol arayışı... Adımlarını yavaşlatarak yanıma yaklaştı, yüzüme dikkatle baktı.
"Atilla..." diye başladı, sesi neredeyse fısıltı kadar alçaktı. "Seni görmek ne güzel... Yıllar geçti, ama hiç değişmemişsin."
Bu sözler beynimde yankılandı. Yıllar mı? Ne demek istiyordu? Bu adamla ne zaman yollarımız kesişmişti? Hafızamda onunla ilgili hiçbir şey yoktu, ama Yavuz sanki beni çok önceden tanıyormuş gibi konuşuyordu. Kafam karmakarışıktı. Zihnimde bir boşluk vardı, ama bu boşluğun arkasında saklanan bir gerçek de vardı sanki. Elimde olmadan titredim.
Yavuz, gözlerini hiç benden ayırmadan cebinden eski bir fotoğraf çıkardı. "Bak," dedi, "Sana bir şey göstereceğim."
Fotoğrafı bana doğru uzattı, ellerim bağlı olduğu için sadece bakmakla yetindim. Gözlerim fotoğrafta bir çocuğa takıldı. Olamaz! Nefesim kesildi. Fotoğraftaki çocuk... ben! Şok içinde kalakaldım. Fotoğrafın üzerindeki tarih eskiydi, ama yüz açıkça benim yüzümdü. Fakat bu nasıl olabilirdi? Bu çocuk benim yaşımdan daha küçük görünüyordu. Akıl almaz bir şeydi bu, sanki zaman gerçekliğini yitirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Non-FictionYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır