Bölüm 11

56 45 0
                                    


Hep kitaplara konu olacak bir aşk hikayem olsun istemişimdir. Düşmandan aşka veya arkadaşlıktan aşka… Fark etmez. Olsun yeter! Şöyle tesadüflerle dolu bir hikaye fena olmazdı. Ve bende şu anda o okuduğum romantik komedi kitaplarında tesadüf eseri yaşanan olaylardan birini yaşıyordum.

Bu tesadüf eseri (!) yaşanan olayı varlığını haz edemediğim bir çocukla yaşamak istemiyordum.  Varlığını haz edemediğim çocuk yani Bora şu anda merdivenden aşağı iniyordu. Bora’nın üstünde takım elbise vardı. Bora ve takım elbise! En alakasız ikili olabilirlerdi. Ama garip bir şekilde Bora’ya takım elbiseyi yakıştırmıştım. Okulda ve markette gördüğüm,beni sürekli gıcık eden dağ ayısından tamamen farklıydı. Daha çok İstanbul beyefendisine benziyordu.

Bora’nın üstündeki saten pantolon, her bir merdiven basamağını indiğinde buruşuyordu. Kravatı gevşetilmişti. Büyük ihtimalle kendi gevşetmişti. Daha önce hiç kravat takmamıştım ama görünce bile boğuluyormuş gibi hissediyordum. Bu hissi daha çok  Kore dizisi izlediğimde hissediyordum. Özellikle lise dizilerinde, illa ki kravat takılıyordu. Kız ,erkek fark etmezsizin herkes kravat takıyordu. Zaten Kore’nin katı eğitim sistemi çocukları boğarken birde kravatları boğuyordu.

Saçları dağılmıştı, buna rağmen gayet iyi görünüyordu. Gören evlilik görüşmesine gidiyor sanır. Ama gerçekten gidiyor olsaydı gelin adayı tarafından kesinlikle kabul edilirdi. Yani en azından görünüşe önem veren bir kadın onu kabul ederek hayatının hatasını yapabilirdi.

Ağzımın bu sefer bir karıştan daha fazla açıldığına yüzde yüz emindim. Çocukluk arkadaşım Büdü Bora Aksoy’du. Şu anda karmakarışık duygular içindeydim. Tamam, Bora benim ezeli düşmanım değildi ama, ona bayılmıyordum. İlk günden beri ondan hoşlanmıyordum. Kendini bir şey sanan ama aslında insanoğluna tek bir yararı dokunmayan kişilerdendi Bora.

“Bizim oğlan da geldi.”  dedi ve Bora’yı hafifçe sırtından ittirerek “Oğlum ilerlesene!” diye ekledi uyarı dolu bir sesle. Bora’nın ağzı sinek girebileceği bir şekilde açılmıştı. O da en az benim kadar şaşırmış gözüküyordu. Kendimi kitapta hissetmeyeyim de nerede hissediyeyim ?

“Sizin oğlan da epey büyümüş! Delikanlı olmuş resmen.”

“Keşke beyin yaşı olarak da büyüse,” diye mırıldandım. O sırada bütün kafalar bana döndü. Kısık sesle söylediğime emindim, nasıl duymuşlardı ki beni?
“Bir şey mi dedin kızım?” diye sordu babam yapmacık bir tavırla.

“Yok ,okul hakkında sesli bir şekilde düşünüyordum da,” 

“Tabii kesin okul hakkında,” diye mırıldandı Bora.

“Bir şey mi dedin oğlum?” Bu sefer kafalar Bora’ya dönmüştü.

“Okul hakkında bir şey düşünüyordum da.”

“Hayırdır? Bu çocuklara birden bire okul sevdası geldi!” diye söylendi Ahmet abi.
Bora’ya sinirli bir bakış atacaktım ki Bora’nın bana sinirli sinirli baktığını fark ettim. Onu umursamıyormuş gibi yaptı ve saçımı savurarak başka tarafa döndüm.

“İsterseniz yemeğe geçelim.” Deli gibi acıkmıştım. O yüzden balıklama atladım bu fikire.

“Olur!” Diğer herkes de benim gibi olumlu cevaplar verince sofraya geçtik. Sofra, çeşit çeşit yemeklerle dolmuştu. Gözlerim açlıkla parladı ama o parıltı diyette olduğumu hatırlayınca söndü. Diyet denen şeyden nefret ediyordum. Sırf kilo vermek için kendinizi aç bırakıyordunuz. Ben de en sevdiğim pantolonuma girmek için yapıyordum. Son zamanlarda çok kilo almıştım.
Sofrada yiyebileceğim yiyecekler kısıtlıydı. Rus salatası ,normal salata ve kanepe. Ortada duran sarmaya bakıp iç çektim. Yanında ise ağız sulandırıcı bir mantı. Lahmacun olsa sofranın adı ‘Eylül’ü diyetten çıkarma sofrası’ olacaktı.

Ahmet abi baş köşeye oturdu. Babam ,arkadaşı Ahmet abinin yanına oturdu. Şule abla ise babamın yanına oturdu.

Bana da Bora’nın yanı kalmıştı.  Bora’nın yanında olan sandalyenin önünde makarna vardı. Evren bana bir mesaj mı veriyordu? Ne yazık ki evren sana üzücü bir haberim var, mesajın görüldü oldu. Diyetimi bozmayacaktım. İnat etmiştim.
Çok inatçı bir insandım. Keçiler yanımda halt etmiş. Eğer İki İnatçı Keçi masalında olsaydım. Kuşkusuz karşımdakini dereye fırlatıvermiştim. Ben böyle bir insandım.

Popomu sandalyeye koyar koymaz Bora kulağıma fısıldadı: “Beyin yaşı olarak küçüğüm ,öyle mi Eylül Hanım?”

“Öyle Bora Bey!” Babam bana değişik değişik bakıyordu. Babamdan gözlerimi kaçırdım ve salataya çatalımı bandırdım. Yemeğin kalanı ise kahkahalarla geçti.

OPİAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin