Kaybetmek nedir? Peki ya ölüm?
Aslında ikisinin de birbirinden farkı yoktur. Kaybedince de canınız yanar , birisi ölünce de canınız yanar.
Canımın yanmasına alışkındım artık. Herkesin bana zarar vermesine , üzmesine , cezalandırmasına. Alışkındım. Her şeyin sorunlusu ise annemdi. Şuan da toprağın içine gömülen kadın.
Çoğu çocuk annesini sever , saygı duyar ve hep oyuncak isterdi. Ben ise sadece bana bağırmamasını , vurmamasını ve zorla işler yaptırmamasını isterdim. Ama bu hayatta her istediğimiz gerçek olmuyor.
Babam. Babam hala kayıplardaydı. Hala polis tarafından arandığından kaçıyordu hep. Onun gibi bir babaya da ihtiyacım yoktu.
Annemin üzerini toprak tamamen kapattığında , adının Mahmut olduğunu öğrendiğim yaşlı imam bana veda ederek mezarlıktan ayrıldı. İmamın arkasından baktım. Yaşlı olduğundan elinde bastonuyla yürüyordu. Normal yaşlılar evinde otururken o hala ölüler ile uğraşıyordu.
Annemin mezarının kenarına oturdum. İsmi yazılı olan taktaya baktım.
Melek Öz
"Melek..." diye başladım sözüme. "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben... Ben hep bugünü hayal ettim. Yani sana hiç söylemedim ama..." kendi kendime güldüm. Annem beni dövdüğünde içimden hep beddua ederdim.
Babam söylemişti bir kere. Çocukların duası kabul olur diye. Demek ki gerçekmiş. "...söylerdim hep. Beni büyüttün teşekkür ederim. Her şey için. Dayakların , sözlerin herşey için. Birde. Birde nefret için. En azından kimse bana zarar veremez. Özellikle yanımda kimse yoksa." Ayağa kalktım yavaşça.
Dar siyah pantolonumdaki toprağı temizledim. Siyah yarım kollu tişörtümü de düzelterek annemin mezarına son kez baktım.
"Senden nefret ediyorum. Anne." Dedim ve annemin mezarına arkamı dönerek ilerlemeye başladım. Annemden çoğu dayağımı 'Anne' kelimesinden dolayı yerdim. Ancak 18 yıl sonra ilk kez anne demiştim. Ama sevgi ile değil. Bana öğrettiği nefret ile söylemiştim.
Mezarlıktan çıktım. Başımdaki siyah şalı çıkartarak yakında gördüğüm çöpe fırlattım. Siyah belime uzanan saçlarımı salarak otogara doğru yola koyuldum.
Mersin bıktırmıştı artık. Herkes tanıyordu beni burda. Yeni bir şehir ve yeni kişiler gerekliydi. Ahmet Kartal'dan kaçmalıydım. En iyi tercih İstanbul'u seçmiştim.
Yeni bir iş bulacak adam gibi okuluma devam edecektim. Annem beni kocaya vermeye kararlıydı. Zaten liseyi okumama bile gerek duymamıştı ama ben yinede okumuştum.
Azim her zaman hedeflere ulaştırırdı. Mezarılığın dışına çıktığımda taksi çevirdim. Otogara doğru yola koyuldu taksici. Her şey berbattı ancak bu hayatım güzel olacaktı.
Taksi durduğun da , taksiciye parasını ödeyerek taksiden indim. Otogara girdiğimde insanların fazla olmadığını gördüğümde derin bir 'Oh' çektim. Cebimdeki biletimi çıkartarak otobüsümü aramaya başladım.
İlk defa 18 yıl sonra bu kadar heyecanlı hissediyordum kendimi. Bu ilk yolculuğum değildi. Bir çok kez yolculuk yapmıştım. Ancak ilk kez kendi başıma çıkıyordum yolculuğa.
Otobüse bindiğimde bu seferde koltuğumu aramaya başladım. Şu yeni otobüs çeşitlerindendi. Her koltuğun arkasında televizyon olanlarından. Elimde hiçbir şey olmadığından diğerleri gibi değildim. Daha rahattım ben. Bazıları valizinin ezildiğinden bahsediyordu bazıları ise kendini yerleştirmeye çalılıyordu. Tabi buna eşyaları ya da çantaları engel oluyordu.
48 numarayı bulduğumda hemen cam kenarına oturdum. Aslında iki yer de bana aitti. Hem cam kenarını hemde koridora bakan koltuğu almıştım. Yanımda kimsenin oturmasını istemiyordum. Özellikle şu çok konuşan yaşlı teyzeler.
✘✘✘✘
Şuan hala otobüsteydik. Saat akşam 8'e geliyordu. Yani yolculuğa çıkalı 9 saat olmuştu. Daha 4 saatimiz vardı. Can sıkıntısından ayaklarımı koltuğa uzatıyor bacaklarımla oynuyordum. Daireler çizerek oyalanıyordum. Otobüs son bir yere daha uğrayacak ardından hiç durmayacakmış. Benim yaşlarımdaki bir çocuktan öyle duydum.
Otobüs mola tesisine yaklaştığında bende uyumaya karar verdim. Zaten ben fazla uyuyan insanlardan değildim. Bana 3 saatlik uyku yeterdi.
Gözlerimi kapatarak , uykuya dalmaya çalıştım. Otobüsün park ettiğini sinyal sesinden ve hareketlerinde anlayabiliyordum. En sonunda araba durdu. Kapıların açılma sesini duydum ama umursamadım. Sonuçta bu iki yerde bana aitti.
Vücudum tam uykuya kendini salmıştı ki o sırada ayağımda birinin beni dürttüğünü hissettim. Gözlerimi açtığımda karşımda , benim yaşıtlarımdaki bir erkek bana bakıyordu.
"Ne?" Dedim. Uykuya kendimi kaptırmak üzereylen uyandırmıştı beni. Sesim kırgın çıknıştı.
"Ne kadar da kibar bir kızsın sen öyle?" Dedi imalı bir ses tonuyla ve sanırım sırıtıyordu. Tamam bu yavşayan tiplerdendi. Pekala. Sadece kovacaktım yanımdan. Tam ağzımı açmışken onun sesini duyduğumda açtığım ağzımı kapattım.
"Yana kay."dedi. Önceki yüz ifadesinden eser yoktu. Ona bönbön bakmaya devam ettiğimde , koltuktan uzattığım iki ayağımıda kaldırarak düzgün oturmam için yere bıraktı. Aslında benim için değil kendisi için yapmıştı. Sonuçta yanımda bir boş koltuk vardı. Ben anlayana kadar o çoktan yanıma oturmuştu. Yağmur yağdıktan sonra kokan toprağın kokusu geldi burnuma.
İstem dışı gözlerimi kapattım ve kokunu tadını çıkarttım. Acaba nereden geliyordu?Gözlerimi açtım. Camdan dışarı baktım. Yağmurdan eser yoktu. Koridorun bulunduğu yere baktığımda onunla göz göze geldim.
"Seni bir yerden tanıyorum?" Dedi kendi kendine konuşarak.
"Olabilir." Dedim sessizce.
"Sen Ahmet Kartal'ı tanıyor musun?" Diye sordu. Ahmet nereden çıkmıştı ki? Hem bu çocuk nereden tanıyordu? Onun adamı olabilir miydi? Onula çalışmak için fazla gençti bu çocuk. Ancak her ihtimali değerlendirmeliydim.
"Hayır, o kim?" Dedim. Umarım sesimden bir şey anlamazdı.
"Hiç birisini sadece. Önemli biri değil." Dedi. Birşey saklıyordu apacık ortadaydı ama ne?
Umarım bu otobüsden sağ salim ayrılırdım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsyan
Teen FictionKimsesiz olmak sadece anne ve babanın ölmesiyle gerçekleşmezdi. Ben hayatım boyunca bunu anladım. Sevgi yok , şefkat yok , huzur yok , anlayış yok. Tam tersine kötülük var , işkence var , zulüm vardı. Peki ya şimdi? Hayatım iyi olabilir miydi? Kend...