Uyandığımda düşündüğüm şey olmamıştı. Hava aydınlık değildi ve hala servisteydik. Kendimi cama yaslanmış uyurken buldum. O iyi miydi ve neredeydi? Düşündüğüm tek şey buydu. Mırıldanmaya başlamıştım. ''O iyi mi? O nerede? Uyandı mı?'' Sanki uykumda konuşuyordum. Etraftan konuşma sesleri gelmeye başlamıştı. Ama benim sorumun cevabını veren sesler değildi. ''Uyandı mı?'' diyordu bütün sesler. Sonunda yanımdaki yavaşça omuzlarımdan tuttu ve beni hafifçe sallayarak gerçekten endişeli bir sesle ''İyi misin?'' dedi. Hala uyukluyordum ve sadece onaylarcasına yavaşça başımı salladım. Biraz rahatlamışa benziyordu.
Ve sanırım tekrar uyuyakalmıştım.
Bu kez uzun süre geçmişti ve uyandığımda serviste değildim. Bir koltukta uyuyordum ve... burası neresiydi? Sabah olmuştu ve ben bilmediğim bir evde koltukta uyuyordum. Açıkçası ilk uyandığımda olanları hatırlamadığım için neden orada olduğumu çok düşündüm ama sonradan yaşadıklarımızı hatırlayınca bu kadar da tuhaf bir şey olmadığını anladım.
Doğruldum ve etrafa bakındım. Odada kimse yoktu. Evin ikinci katında olduğumu hemen anlamıştım. Çünkü aşağıdan sohbet sesleri geliyordu. Hala gözlerimi açmakta zorlanıyordum ve merdivenlerden zar zor indim. Sonunda seslerin kaynağına gelmiştim. Ama geldiğim yerin mutfak olduğunu sonradan fark etmiştim. Etrafa bakındım ve bir masa vardı. Masada dört kişi oturuyordu. Hoş bir sohbet içinde oldukları belliydi. Hepsi gülümsüyordu. Tezgahın başında iki kişi vardı ve yemek yapıyor gibi bir halleri vardı. Öbür tezgahtaki ise ekmek kızartıyordu ve kızarttıklarına bal sürüyordu. Bir süre onları inceledim ve beni hala fark etmemişlerdi. Mutfağa daha çok yaklaştım ve merdivenlerden uzaklaşmıştım. Şimdi dengemi sağlayabilmek için tutunabileceğim hiç bir yer yoktu. Ve... Offf. Bunu söylemek istemezdim. Hatta yaşamak istemezdim. Ama düşmüştüm. Mutfağın kapısının önünde öylece düşmüştüm ve bu beni fark etmeleri için yeterli olmuştu. Hepsi anında yaptıkları işi bıraktı ve gerçekten şaşkın ifadelerle bana bakmaya başladılar. Artık hiç biri gülümsemiyordu. Yerin dibine girmem yetmezmiş gibi hala uyukluyordum ve sol gözümde çapak olduğuna garanti verebilirdim. O ansa söyleyebildiğim tek şey ''Selam'' oldu. Evet elimi kaldırdım ve hala uykulu bir şekilde ''selam'' dedim. Hala şaşkın bir şekilde bakıyorlardı ve ne diyeceğimi gerçekten bilemiyordum. Arkamdan gelip ben yokmuşum gibi davranan ama benle konuşan kişi sayesinde. Yanımdan geçip öylece mutfağa girmişti. Sanki ben yokmuşum gibi. Ama benimle konuştuğu her halinden belliydi. ''İyi uyudun mu?'' dedi. Sadece bu muydu yani? Ama en azından diğerleri gibi cin görmüşcesine bakmadı saolsun. Bu da bir şey.
Kahvaltıyı hiç konuşmadan yapmıştık ve ben tam ilk uyandığım odaya çantamı almaya çıkacakken sonunda birisi konuştu.
''SEN!''
Arkamı döndüm ve şaşkın bir şekilde bunu diyene baktım. İki elimin işaret parmağıyla kendimi işaret ettim ve ''Ben mi?'' diye sordum şaşkın şaşkın.
''Bu evdeki herkesin adını biliyorum değil mi? Neden başkasına -sen- diye hitap edeyim?
Ben hala şaşkın şaşkın bakmaya devam ediyordum. Endişem umarım dıştan çok belli olmuyordur diye düşünüyordum.
''Huh?''
''Kimsin sen? Neden Joon Myeon Hyungun yanındaydın?''
Joon Myeon? Gülme Makinesi... İsmi... Bu muymuş?
Bunu öğrendiğimde sebepsizce mutlu olmuştum. Ama o an mutluluğumu göstermem için yanlış bir andı. Ortalık gerilmişti.
''Ahh Zi-Tao! Neden böyle yapıyorsun? Onun ne suçu olabilir ki?''
Ses arkamdan gelmişti. Arkamı dönmüştüm ve evet oydu. Bizim sınıftaki kaykaycı. Şaşkınlığımı belli etmemeye çalıştım ve öylece bakmaya devam ettim.
''Öyleyse anlatsın! Ne oldu? Ona kim bunu yaptı! ?''
''Zİ-TAO!''
''Orada olduğuna göre bir şeyler biliyordur öyle değil mi Se-hun?''
''Bir şey bilse ne yapacaksın?''
''Bunu kimin yaptığını hiç merak etmiyor musun? O bunu biliyor''
''BİLMİYORUM!''
Bir arkamı bir önümü dönüp konuşmaktan bıkmıştım ve artık yeterdi. Derdi neydi bunun benimle?
İkisi de susmuş ve bana şaşkın şaşkın bakmaya başlamışlardı.
''BEN HİÇ BİR ŞEY BİLMİYORUM. BİLMEK DE İSTEMİYORUM!''
Biraz daha sakinleştikten sonra konuşma tekrar başladı. Fazla mı sinirlenmiştim?
''Bakın tek merak ettiğim şey o iyi mi?
Ortama sessizlik hakim olmuştu. Ve sonunda yine ben bu sessizliği bozdum .
''O nerede?''
Arkamdaki -Se-hun denen çocuk- ''Benimle gel, seni ona götüreceğim'' dedi ve kolumdan tutup beni merdivenlerden yukarı çekti. Ben ne oluyor diyemeden merdivenleri çıktık ve bir odaya girdik. Yatakta o yatıyordu. Gözleri sanki açık gibiydi ama uyuduğu her halinden belliydi.
''Endişelenme'' ''O iyi''
Se-hun ile konuşmak için arkamı döndüm ve ona tek söylediğim ''Üzgünüm'' olmuştu.
''Ne için üzgünsün? Sen onun hayatını kurtardın. Sen bizi aramasaydın belki de o...''
''Ben...daha erken arayabilirdim ama... yapmadım. Önce onu dövmelerini hiçbir şey yapmadan izledim sonra da... Sizi iki saat geç aradım. Belki daha erken arasaydım...-''
Ne? Bana neden sarılmıştı cidden. Daha sözümü bitiremeden bana sarılmıştı ve ? Şaşkınlığımı bu kez gizleyemezdim. Gizlemedim de.
''Saol...unni.''
Ağlıyor muydu? O bana sarılmış ağlıyordu. Bense öylece bakmaktan başka bir şey yapamamıştım.
''Se-hun'' Onu hafifçe dürttüm. Abartılacak bir şey olmadığını söyledim ve onu bir kaç dakika teselli ettim.
Bana tuhaf gelen ''unni'' kısmıydı. Unni? Biz aynı sınıftaydık. Unni?
Odadan çıkmıştı ve istediğim kadar kalabileceğimi bu gün zaten Cumartesi -tatil günü- olduğunu söyledi ve odadan çıktı.
Hiçbir şey yapmadan on dakika Joon Myeon'u izledim ve o uyanmıyordu. Uyanmayacaktı. Uyanması zaman alacaktı. Bunu biliyordum.
Umarım iyi olursun Joon Myeon...