Joon Myeon karşımda elleri ceplerinde duvara yaslanmış öylece duruyordu. Ben odadan çıkınca yere bakan kafasını kaldırdı ve bana bakmaya başladı.
''O iyi mi?''
''Ha?''
''Min Ki. İyi mi?''
''Evet.''
Bunu biraz sessiz ve suçlu bir sesle söylemiştim ve yere bakıyordum.
''Nereye?''
''Şey... Kantinden bir şeyler-''
''Gidelim.''
Beni elimden tutmuştu ve merdivenlerden iniyorduk. Elimi durduk yerde ondan çekip aldım ve şimdi merdivenlerin ortasında sadece birbirimize bakıyorduk. O benden iki basamak aşağıdaydı.
''Git buradan!''
''Ha?''
''Nesini anlamadın? Buradan git! Hemen.''
Beni umursamadığı belliydi ve elimi tekrar tutup aşağı inmeye devam ediyordu ki ben yine elimi hızla çekip kurtarmıştım.
''Sen! Daha iki gün önce dövmeye kalkıştığın çocuğu şimdi merak mı eder oldun? Git dedim sana! Şimdi. Hemen buradan git!''
''Merak ettiğim Min Ki değil. Sensin.''
''Daha iki gün önce kalbini bu kadar kırdığın bir insanı merak etmen normal mi yani?''
''Kimi kırmışım? Seni mi? Ben mi?''
''Sen kendini bu kadar çabuk affetmiş olabilirsin ama ben affetmeyeceğim. Artık git.''
Arkamı dönmüş ve merdivenleri çoktan çıkmaya başlamıştım. Bir. İki. Üç. Dört. Evet. Dördüncüde tahmin ettiğim şey olmuştu. Bileğimden tutmuştu ve beni kendine çevirmişti.
''Affetmen gereken bir şey yapmadım ben!''
''Yapman gereken tek şey küçük bir özürken nasıl bu kadar küçülebiliyorsun?''
Yine arkamı dönmüş ve merdivenleri çıkıyordum. Bu kez ikinci basamağı çıkmamla Joon Myeon'a dönmem bir olmuştu. Joon Myeon'a dönmem ve dudaklarını hissetmem. Birkaç saniye tek yapmak istediğim gözlerim kapalı böyle durmaktı. Öyle de oldu. Hastanede olduğumuzu bile bile durumu düzeltmek için hiçbir şey yapmıyordum. Yapmak istemiyordum. Bu anı... Özlemiştim.
''Peki her an bu an olsun isterken... Seni bu kadar çok severken... Seni kıskanmaya hakkım yok mu?''