''Min Ki! Bunu Joon Myeon görmüşse benim sonum olur. Bunu biliyor musun? Bu fotoğraf Joon Myeon'un telefonuna da gitmişse benim neler yaşayacağımdan haberin var mı?''
Şimdi çatıdaydık ve deli gibi Min Ki'ye azar çekiyordum. O da sadece oturmuş öylece bakıyordu.
''Min Ki bir şey söylemeden öylece durmasana! Ben ne yapacağım ya! Sen umursamıyorsun ama benim neler yaşayacağımdan haberin var mı? Eğer aynı mesaj tüm okula gittiği gibi Joon Myeon'a da gittiyse ben-''
''Hey hey hey! Kessene sen artık sesini!''
Min Ki ayağa kalkmıştı ve şimdi o da bağırıyordu. Sinirlenmişti.
''Benim de hiçbir şeyden haberim yoktu ve fark ettiysen şu anda ne yapacağımızı düşünüyorum! Hem sen neden beni azarlıyorsun ki? Git bunu yapanı azarla!''
''Sorun da o ya! BUNU-KİM-YAPTI?''
Şimdi ben de ayağa kalkmıştım ve sadece birbirimize bağırıyorduk. Sonradan yaptığımız şeyin saçmalığını fark etmiş olsak gerek ki oturduk ve sakinleştikten sonra konuşmaya tekrar başladık.
''Önce Joon Myeon'a gidelim ve durumun son derece saçma olduğunu açıklayıp yanlış anlaşılmayı düzeltelim. Tabi ki eğer gördüyse... Ki görmemiş olması imkansız çünkü şu an herkes bu fotoğrafı konuşuyor.
Her ''bu fotoğraf'' deyişimizde benim elimdeki telefonu gösteriyorduk. Telefon açıktı ve ekranda gizli numaradan gelen bir mesaj vardı. ''Min Ki ve ben temalı'' resim. İlk fotoğrafta henüz yağmur yağmıyordu ve Min Ki'nin eli omzumdaydı. İkinci fotoğrafta yağmur başlamıştı ve ben Min Ki'ye sarılmıştım. Asıl problemse bu fotoğrafları ''kim'' ve ''hangi amaçla'' çekmişti? Onu bir elime geçirseydim...
''Joon Myeon'un yanına birlikte gidersek ne olur hiç tahmin edemiyor musun? Kafan mı çalışmıyor acaba senin Min Ki? Ne olur ben hemen söyleyeyim mi? Joon Myeon senin ağzını burnunu...-''
''En azından ben bir fikir sundum. Sen onu da yapmıyorsun! Anca çene!''
''Çünkü aklıma mantıklı bir fikir gelmiyor. Senin gibi aklıma gelen her saçma fikri sunsam daha mı iyi?''
Bir anda Min Ki için üzülmüştüm. Her şey için ona bağırıyordum. Hem de suçsuzken.
Bir nefes alıp sakinleşmiştim ve sonra daha sakin bir sesle başladım.
''Min Ki, önce sınıfa gidelim. Kimseye bir şey söyleme ve cevap da verme.''
Bana baktı ve o aşağılayıcı yüz ifadesiyle:
''Ama şunu neden hesaba katmıyorsun zeki arkadaşım? Ben Joon Myeon'la aynı sınıftayım!''
Şok olmuştum. Ciddi miydi? Ben bunu gerçekten yeni mi öğreniyorum?
''Sen ciddi misin?''
''Evet. Ve Joon Myeon'u da umursamamak dediğin kadar kolay değil be canım! Çünkü sonra Joon Myeon benim ağzımı burnumu yine...''
''Offff!''
Sinir olmuştum ve elimi anlıma çarpıp derin bir nefes alıp havaya baktım. Boynum ağrıyordu ve havaya bakınca çıt etmişti.
Sonuçta yine sınıflarımıza gitmeye karar vermiştik. Min Ki'ye bir kez daha birlikte görünürsem işler iyice karışacaktı. Bu yüzden de önden ben inmiştim. Ve tabi ki de o an... O kaçmak isteyip de kaçamadığım, kaçmamın imkansız olduğu an gelmişti. Biraz erken olsa da o an gelmişti. Joon Myeon karşımda duruyordu ve bu kez yanımdan öylece gelip geçmesine izin vermeyecektim. Veremezdim. Yanına gittim ve bu olayı kökünden halledecektim.
''Onlara inanmıyorsun değil mi? En azından sen onlara inanmıyorsun değil mi? Bana inanması gereken tek kişiyken hem de...''
Ellerini cebinden çıkardı ve doğruldu.
''İnanmam için bir sebep var mı?''
''Ben... seni seviyorum çünkü. Çünkü sen de beni seviyorsun. Yeterli bir sebep değil mi?''
Bakışları bunları söylememle değişmişti ve şimdi neredeyse ağlayacaktı.
''İşte bak. Beni sevmiyor olsan neden bu bakış? Niye umursuyorsun beni bu kadar? Eğer sevmiyorsan neden? Peki eğer seviyorsan? Eğer beni seviyorsan neden bana... İnanmıyorsun?''
Kesik kesik konuşuyordum. Öylece bakıyordu. Yanında geçtim ve gidiyordum. Ondan uzaklaşıyordum. Ama durmam bir oldu.
''Sana inanıyorum. Ben sana inanıyorum.''
...
���