Bölüm 18 ''Yetmezmiş Gibi...''

24 5 1
                                    

              Hayır, çok olmuyordum. Bu gün yaşadıklarımdan sonra her şeyi söylemeye hakkım vardı. Gözlerimin bu kadar ağladıktan sonra bu kadar şişmesinden sonra her şeyi söylemeye hakkım vardı. 

              Okul çıkışında Joon Myeon ve gruptaki bir kaçı -diğerlerinin erkenden eve gitmeleri gerekmiş- beni durağa bıraktı ve otobüse binene kadar yanımda beklediler. Otobüse bindim ve birbirimize el salladık falan filan... 

              Otobüsten indim ve evime yürümeye başladım. Bu sırada telefonumla oynuyordum. Nasıl daldıysam demek, havanın karardığının bile yeni farkına varmıştım. Önüme değil de telefona baktığım için yavaş yavaş yürüyordum ve karanlık olduğunu fark edince biraz daha hızlandım. Evimin sokağına giriyordum ki bir kaç ses duydum. Yürüme sesiydi. Ve gittikçe yaklaşan seslerdi. Evet evet şimdi tam arkamdan geliyordu bu sesler. Arkamı ani bir hareketle döndüm ama olacakları hiç düşünememiştim. 

              Yüzlerinde siyah maskeler vardı. Dört kişilerdi. Onları tanıyordum. Evet tanıyordum ama biraz düşündükten sonra tanımadığımı düşünerek yoluma devam etmek istedim ama adamlar şimdi daha hızlılardı. Ben hızla yürüyordum ama onlar daha hızlı bir şekilde bana geliyorlardı. Ağzımdaki elden sonra tüm düşündüklerim uçup gitmişti sanki. Artık hareketsiz bir şekilde öylece duruyordum. Çığlık atmaya çalıştığımda fark etmiştim ki bu el beni çok sıkı tutuyordu. Sesim çıkmayacak kadar sıkı. 

              Şimdi birisi sırtımdan çantamı almaya çalışıyordu ama ben omuzlarımı sıkıp çantamı çıkarmaması için direnmeye başlamıştım. Ama uzun sürmemişti ve sert bir şekilde çekince direnmemin hiç bir anlamı kalmamıştı ve çantamı almayı başarmıştı. Şimdi çantamın içindekileri yere döküyordu. Telefonumun yere çarpma sesini duymuştum ki dökmeyi bıraktı ve boş çantamı bir kenara fırlattı. Telefonumu yerden aldı. Açmıştı ama tuş kilidi olduğunu fark edince bana baktı ve telefonu bana uzattı. Ne istediğini anlayamayacak kadar salak değildim ve boşta kalan elimle -diğer elimle adamın ağzımı kapatmış olan kolunu tutuyordum- tuş kilidini açtım. Telefonu elimden çekip almıştı ve ne yapmaya çalıştığını gerçekten merak ediyordum. Bakmak için parmaklarımın ucuna yükselmiştim ama adamın omuzları o kadar genişti ki biraz daha yükselmeden görmem imkansızdı. Ben yükselmeye çalıştıkça beni tutan adam daha sıkı tutuyordu ve yere doğru çekiyordu. Kendimi kurtarmaya uğraştıkça daha da sıkıyordu ve artık gerçekten nefes alamıyordum. Ben direnmeye devam ediyordum ve adamın kolundan çekiştiriyordum ama gördüğüm karşısında tüm uğraşımı bırakıp olanları izlemeye başladım. Adam şimdi birisini arıyordu. Telefon kulağındaydı. Kimi arıyor diye bakmaya uğraşıyordum ama hala göremiyordum. Şimdi tek merak ettiğim şey kimi aradığıydı. 

              Tahmin ettiğim şey olmaması için her şeyi yapabilirdim ama öyleydi.

Joon Myeon...

              O gece. O geceki adamlardı ve ben bunu yeni fark ediyordum. Şimdi oradan uzaklaşıyorduk. Çantam arkamdan bana gitme der gibi bakıyordu sanki. Uzaklaşıyorduk. 

              Sonunda tanıdık bir yere gelmiştik. O kadar karanlıktı ki nereden hatırladığımı düşünüyordum ama net olarak göremediğim için hatırlayamıyordum.

Zemin kat!

              Evet, Joon Myeon'un kavga ettiği zemin kattaydık. Daha bitmemiş inşaat. Şimdi adamların devamıyla karşılaşmıştık. O gün yedikleri dayağın izleri hala hepsinin suratındaydı. Tüm grup ateşin etrafında oturmuştu.Biz içeri girince bir kaçı ayaklanmıştı ve aralarında konuşmalar başlamıştı. 

             Yaklaşık on beş dakika onlara nefret dolu bakışlar attıktan sonra binanın giriş katından gelen ayak seslerini duymuştum. Birisi benim ismimi söyleyip haykırıyordu. Sesindeki ton korkutucuydu. 

              Joon Myeon... 




First Love a DreamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin