Tiffany
Yüzümde yorgun bir gülümseme varken kafamdaki peruk ilk defa ağırlık yapıyordu.
Babama, kızı olduğunu itiraf etmeye gidecektim ve şimdiden iğrenç bir korku hissi tüm damarlarımda geziniyordu.
Zayn'in eli, elimi kavradığında ona döndüm.
"İyi misin?" diye mırıldanıp alnıma bir öpücük kondurduğunda başımı evet der gibi onayladım ve siyah camdan dışarıyı izlemeye devam ettim.
"Sapsarı olduğun için korkmalı mıyım?" diye sorduğunda gülümsemeye çalışarak "Yakışmış mı bari sarı?" diye yanıtladım.
Fazla beyaz olan bir insanın ten rengi değiştiğinde fark etmek çok da zor olmasa gerekti. Derinden gelen kahkahası kulaklarıma ulaştığında gülümsedim. Eğer şu an arabada olmasaydık onu öperdim.
"Endişelenecek bir şey yok, korktuğum içindir herhalde." diye mantıklı bir açıklama yapmaya çalıştım.
Ancak korktuğum için olmadığını biliyordum, büyük ihtimalle bir şeyler karaciğerime yayılmış ve işlevini bozuyordu.
Araba yavaşça Rogers yazılı görkemli binanın karşısında durduğunda "Pekala prenses, seni burada bekliyorum. İstiyorsan gelebilirim." dedi ancak onu elimle durdurup "Ben hallederim." diye konuştum.
İki gündür şirkete sürekli geldiğimden olsa gerek artık insanlar simamı tanımış, beni en ince ayrıntısına kadar güvenlik önlemlerinden geçirmek yerine direk asansöre binmeme izin vermişlerdi.
Sekreterinin beni haber vermesini beklerken kusacağımı hissediyordum. Boğazımı yakan o acımtırak tadı ağzımda hissettiğimde sertçe yutkundum ve bu, daha fazla boğazımın yanmasına sebep oldu.
Karşımda duran aynaya istemsizce baktığımda siyah peruğun yamuk durduğunu fark ettim. Bugün stilistleri Lou'ya ihtiyaç duymadan kendim hazırlanmıştım ve bilerek lens takmamıştım. Gözlerim koyu kahverengi lensin esaretinden kurtulmuş en sonunda yeşil renk özgürlüğüne kavuşmuştu. Peruğu düzeltirken gözlerim kırmızı ve şişlerdi, göz bebeğim ise cildim gibi sarıydı.
Eliyle geçebilirsiniz gibi bir işaret yapan sekreteri başımla onayladığımda hızla kalktım, bir süre daha aynanın karşısında oturmaya dayanamazdım.
İçeri girdiğimde gülümseyen bir yüzle beni karşıladı.
Karşısındaki koltuğa oturduğumda diyeceğim şeyleri toparlarken kendisi konuşmaya başlamıştı.
"Sen iyi misin? Hasta gibisin sanki tatlım."
Başımı hafifçe salladığımda gözleri gözlerime odaklanarak gülümsedi.
"Yeşil lenslerin yakışmış."
Bir babanın öz kızını tanıyamaması içimi acıtıyordu. Uzun süredir görüşmüyor olabilirdik, beni evden kovmuş ve bir daha aramamış olabilirdi ancak herkese trafik kazasında öldüğümü söylemesi ve tanıyamaması kalbimi milyonlarca parçaya bölüyordu.
Babasıyla saçma futbol muhabbetleri yapıp erkek arkadaşı olduğunu nasıl söyleyeceğini düşünen, baba sevgisini en derinden hisseden bir kız olarak büyümek istemiştim ancak durum ortadaydı.
"Tanımadın değil mi beni?" diye titreyen bir sesle sorduğumda gözlerini kısarak bana dikkatle baktı ve "Alexandra?" diye takma gazeteci adımla seslendi.
Çaresizce güldüğümde gözümde yaşlar artmaya başlamıştı.
"Gözlerimiz aynı, dudaklarımız da." diye mırıldandığımda yüzü ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Laughed to Life • Zayn Malik | (UNEDITED)
Fanfic❝Senin aşkına sahip olmam, onu kaybetmem anlamına da geliyor. Ve ben, ne seni ne de senin aşkını kaybetme düşüncesine katlanamıyorum.❞ * İşte olmuştu, onu kaybetmiştim ancak aşkı hala benimleydi. Sonsuza dek ve daima. * HİKAYE ŞU AN UNEDITED HA...