Ad gloriam!
TİLKİ|Giriş
8 YIL ÖNCEGökyüzünden kopup yer çekimine katılan yağmur taneciklerinin, görüş alanının el verdiği kadarına banyo yaptırışını izledi küçük kız. Fakat asıl manzara yağmur değil, yağmurun ıslattığı çocuktu.
Artık, annesinin mezarının başındaki çocuk da her gün o pencereden onu izleyen küçük kıza alışkındı; her gün pencereden çocuğu izleyen küçük kız da onu orada görmeye alışkındı.
Bu yüzden gördüğü manzara artık sıkıcıydı. Ama gözlerinin gördüğü manzara sıkıcıydı; küçük bedeninin içindeki büyük kalbinin gördüğü manzara acı vericiydi.
Her gün -havanın durumu umurunda olmamaksızın- yetimhanenin karşısındaki mezarlıkta bulunan çocuk, küçük kızın içinde bir yerlere dokunuyordu. Kim olduğunu, kimin için orada olduğunu kurcalayan beynine o gün farklı bir komut verdi: her gün o pencereden onu izlemenin aksine yanına gitmek, onunla konuşmak...
Küçük kızdan istemsizce hareketlenen bacakları onu ilk önce odanın çıkışına, sonra mutfağa yönelendirdi. Etrafındaki kameralar küçük kızın umurunda bile değildi.
Daha önce de çoğu kez yetimhaneden kaçmıştı; daha sonradan dönmek üzere. Bu sefer de aynısını yapacaktı.
İlk önce, mutfaktan aldığı yarım ekmeği; sonra, uyudukları odadan battaniyesini aldı ve yetimhaneden çıktı.
Çevresini tarayan kehribar gözleri etrafın güvenirliğinden emin olunca, küçük kız surlara doğru koştu. Kurşun gibi yağan yağmurdan etkilenmesini istemediği yarım ekmeği battaniyenin arasına sıkıştırmış, battaniyeyi ise kollarının arasına -ıslanmaması için- sıkıca sarmıştı.
Yalın ayaklarına batan taşların verdiği acıyı umursamadan hızını arttırdı. Surları da aştıktan sonra, biraz ilerisindeki mezarlığa doğru koştu.
Ve işte o an gelmişti. Kalbi ilk defa bu denli atıyordu. Bir an kalbinin göğüs kafesini delip geçeceğini sandı. ''Hey!'' diye seslendi.
Çocuk, duyduğu yabancı ses üzerine bir an gerildi; ardından başını yavaşça arkasına çevirdi ve siyah gözlerini kehribar gözlerle buluşturdu.
Siyah gözleri bir an durdu, baktı, baktı... ve gitti.
Küçük kızın, kendi içinden gelen bir sesi kulaklarını sağır etti; bir kırılma, parçalanış sesi. Kalp?
''Hey!'' Tekrar seslendi.
Çocuk siyah gözlerinde taşıdığı boşluğu tekrar ona çevirdi. Küçük kız yanına doğru ilerleyip önünde bitti. Çocuğun siyah saçlarının uçlarından yağmur damlaları dökülüyordu. Üşümüyor muydu hiç?
Bulundukları yer büyük bir ağacın altı olduğundan, yağmur oraya pek uğramıyordu.
''Bunları senin için getirdim,'' dedi ve elindekilerle beraber çocuğun yanına oturdu.
On üçlü yaşlarda gibi görünüyordu çocuk. Küçük kız ise daha on yaşındaydı.
''Annen mi?'' dedi bu sefer.
Çocuk yine konuşmadı, üzerinde Nilay Arslan yazılı mezar taşını izlemeye devam etti. Küçük kız, ekmek parçasını eline aldı, battaniyeyi çekinmeden çocuğun omuzlarına attı ve ekmeği ona doğru uzattı.
''Git,'' diye fısıldadı çocuk; ağzından dökülmesi gereken ilk kelimeler bu olsun istememişti küçük kız. ''Senin yardımına ihtiyacım yok. Git.''
Küçük kızın her zamanki inatçı tavrı tekrar baş gösterdi fakat cayır cayır yanan siyah gözler onu ürküttü. Ve küçük kızın söylemek için dilinde topladığı kelimeler havada asılı kaldı. Gitmek istemiyordu ama çocuk sadece siyah gözleri ile ona karşı olan hissini bariz bir şekilde ortaya atmıştı.
Elindeki ekmeği temiz bir kenara bıraktı küçük kız. Sonra bir diğer mezarın başına doğru ilerleyip bir tane çiçek kopardı ve tekrar çocuğun yanına döndü.
Bu sefer elinde uzattığı şey ekmek değil, çiçekti.
Siyah gözler delici bir şekilde kararıverince, küçük kız, çiçeği mezarın başına koyup oradan uzaklaştı. Acı, kalbine bulaşmış, oradan damarlarına sızmıştı. Sanki kalbinden vücuduna gönderilen şey kan değil, acıydı.
Beklemediği bu çirkin davranışlar onu kırmıştı. Ama sorun değildi, belki de yalnız kalmaya ihtiyacı vardır, diye düşündü. En azından, ilk defa biri için bir iyilik yapmak istemişti. Yaptığı bu iyiliğin sonucunda yetimhaneye dönünce işiteceği azar da, yağmurdan dolayı hasta düşeceği bedeni onun için sorun değil, şerefti.
Küçük kız, gözlerinden dökülüp yağmurla karışan gözyaşlarının aksine gülümsedi. Ve ardında bıraktığı çocuğa gülümseyerek, ''Güle güle, zeytin gözlü çocuk!'' diye seslendi.
Sonra, ismini bilmediği bu yabancının nefretle bakan siyah gözlerine karşın daha da içten gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TİLKİ
ActionYa ölümü istiyordu karanlığın içinde filizlenen kalbi ya da O'nu. Ama O... ölümden pek farklı sayılmazdı. Başlamasına sebep olduğu bu satranç oyununda siyah takım olmayı o seçmemişti ve o, sadece bir piyondan ibaretti. Kim derdi ki o siyah piyon, b...