"Tüm kollarım korkumun zincirleriyle bağlandı,
Gözyaşlarının arasındaki yalanlarla mühürlendim.
İçten kayboldum, sonu kovalayarak.
Yeniden yalan söylenme şansı için savaşıyorum."
EVANESCENCE| LİES13
Uzun bir süre boşlukta asılı kaldı dudaklarım. Derin bir nefes verdikten sonra, mesajın benim için hiçbir şey ifade etmediğini fark ettim. Sıkılgan bir tavırla mesajın gönderildiği numarayı aradım; eğer yakınımdaysa ve telefonunu sessize almadıysa onu yakalardım. Telefon anında açılıverince ilk baş şaşırsam da hemen ardından, "Kimsin sen?" Diye sordum.
Cevap vermedi ama orada olduğunu biliyordum.
"Nefes alışverişlerini duyabiliyorum," diye devam ettim. "Korkaklık etme."
"Korkmuyorum." Sesini duyunca hafifçe irkildim; yabancıydı. Sesi ile oynadığı düşüncesi geçti aklımdan fakat öyle olabilmesine karşın sesi netti.
"Kimsin sen?"
"Bir önemi var mı?"
Düşünceli bir sesle, "Bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum," dedim.
"Etrafında dolaşanlardan biri." Düşünürmüş gibi bir ses çıkardı. "Gereksiz."
"Etrafımda dolaşanlar?"
"Erkekler işte."
Göz devirmemek için ayrı bir çaba harcayıp, "Pekala, Gereksiz," diye mırıldandım. "Seni tanıyor muyum?"
"Hayır." Sesi dalgındı. "Hem de hiç."
Sessizlik.
"Sen beni nereden tanıyor..."
Sözümü böldü: "Bir gün birbirimizin gözlerinin içine, en derinine bakacağız. Ama o zaman ikimiz de aynı hisleri taşıyor olacağız. Bana aşık olacaksın. Tıpkı benim uzun zamandır sana aşık olduğum gibi."
Avuçlarımın terlediğini hissettim. Boğazımdan boğuk bir kahkaha patladı. "Hayal gücünü fazla zorluyorsun."
Telefonun diğer ucundan bir haşırtı geldi, ardından bağlantı koptu. Yüzümdeki kanın geriye çekildiğini ve vücut ısımın arttığını hissettim.
Şimdi de başıma bir telefon sapığı mı çıkmıştı?
Küfür homurdanırken, telefondan numarayı engelledim. Bir de bununla uğraşamazdım.
Ayağa kalktım ve sokakları taramaya başladım, buralarda bir yerde pansiyon olmalıydı. Birbirine açılan sokaklardan biraz geri durarak ilerledim ve sonunda aradığım pansiyonu buldum.
Soğukta biraz daha kalırsam dişlerim birbirine çarpmaktan kırılacaktı. İçeri girdim ve elinde hesap makinesiyle uğraşan gözlüklü, tezgaha bakan adamın yanına gittim. Beni gördüğün şaşırmış gibiydi.
"Merhaba," dedim zar zor gülümseyerek.
Gülümsedi. "Hoşgeldiniz."
Kolumu tezgaha dayadığımda tezgahın arka tarafında, yerde oturan bir erkek gördüm; beni görünce alnının ortası düşünce çizgileriyle kırıştı, gözleri hafifçe kısıldı. Ardından bal rengi gözlerinde bir parıltı oluştu ve dudakları vaat dolu bir gülümsemeyle kaplandı.
Gözlerimi kaçırdım. ''Şey... Tek geceliği ne kadar?''
Yerde oturan şahıs bir kahkaha patlatınca yanaklarımın ısındığını hissettim. Kehribar rengi gözlerimi, onun gözlerinden ayırmadan sert bir öfke eşliğinde, ''Bir odada kalmamın karşılığında ne kadar ödemem gerekiyor?'' diye düzelttim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TİLKİ
AksiYa ölümü istiyordu karanlığın içinde filizlenen kalbi ya da O'nu. Ama O... ölümden pek farklı sayılmazdı. Başlamasına sebep olduğu bu satranç oyununda siyah takım olmayı o seçmemişti ve o, sadece bir piyondan ibaretti. Kim derdi ki o siyah piyon, b...