-13-

196 14 14
                                    

Yanımda yatan Niall'a baktım. Benim için burada kalmış, haykırışlarımı, yakarışlarımı dinlemişti. Yanlış bulduğuna, yanlış demişti. Doğru bulduğuna doğru. Selena'nın güvenini sarstığımı düşündüğünü söylemişti fakat ben gerçekleri anlattığımda bu sefer Selena'nın aklının karışık olabileceğini söylemişti. O an mantıklı gelmişti fakat şuan yine kafamı yastığıma gömmüş ağlarken, hala gerçekleri bildiği halde, neyi düşüneceğini düşünmekten kafayı yiyordum.

Yataktan fırladım ve banyoya girip kısa bir duş aldım. Biraz havaya ihtiyacım vardı. Saçlarımı hafiften kurutup, üstüme beyaz bir tişört ve altıma siyah kotumu geçirip odamın kilidini açtım. Sessizce merdivenlerden indim, annem bu gece Robin ile birlikte yemeğe gitmişti. Gemma arkadaşlarıyla birlikteydi. Niall neden bu kadar çabuk sızmıştı bilmiyorum ama iyi olmuştu sanırım.

Botlarımı ayağıma geçirip, anahtarlarımı ve ceketimi aldığım gibi kendimi soğuk havaya bıraktım. Arabaya binmektense yürümeyi tercih ettim. Duş aldıktan sonra yüzümdeki şişlikler az da olsa inmişti fakat hala dudaklarım şişmiş, burnum ve gözlerim kıpkırmızıydı. Ellerimi nemli saçlarımdan geçirip savurdum. Dışarıdaki insanların umrunda değildim, herkes beni ben olarak tanıyordu. Peşimde "Harry!" diye koşturan hayranlar burada, Cheshire'da yoktu. Ellerimi cebime sokup yürümeye devam ederken, karşı kaldırım da eski grubumdaki çocukları gördüm. Brandon elini kaldırıp selam verdiğinde başımı eğerek selamladım. Yanlarına gidipte şu perişan halimi görmelerini istemiyordum. Ormanlık alana doğru yürüdüm ve çamurlu otları umursamadan devam ettim. Gölün kenarına yaklaştığımda buraya gelişimiz geldi aklıma. Gözlerim dolmaya başladığında havaya bakıp gözyaşlarımı geri göndermeye çalıştım. Fakat olmuyordu.

Daha fazla ilerleyip evlerden uzak bir yerlere gittim. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda dizlerimin üzerine çöktüm ve haykırışlarımı serbest bıraktım. Çığlıklarımı sanki bir tek ben duyuyormuşum gibi geliyordu. Halbu ki kaldırımda gördüğüm kadının bana baktığına eminim. Pantolonum ıslanana kadar orada öylece ağladım. Hafiften kendime gelmeye başladığımda gölün kenarına doğru yürümeye başladım.

Oradaki büyük bir ağacın altına oturdum ve benim buraya gelmem ile başlayan yağmuru izlemeye başladım. Sweatshirtümün cebinden çıkan mendili alıp burnumu sildim. Gözyaşlarımın bıraktığı izleri silmeme gerek yoktu çünkü birazdan yenileri akacak ve iz bırakacaktı. Bir ağlama krizine daha girecekken kendimi tuttum. Bu sefer olmaz derken bile gözyaşlarım akmaya başlamıştı. Ağzımı kapatarak hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım. Ne yapmıştım da hakettim bunları? Bütün bu çaresizlik, kalp acısı, krizler benliğimi alıp götürüyordu. Bazen nefes alamaz duruma geliyordum. Bu yaklaşık bir buçuk haftadır böyleydi. Oraya dönmek istemiyorum dahi.

Gidersem ya yanına gider yalvarırım, ya da bilmiyorum. Sadece gitmek istemiyorum. Beni öpüşünü, bana sarılışını, kokusunu hatırladıkça sıkışan kalbim nefes almamı engelliyordu. Canım yanıyordu ve beni kimse anlamıyordu. Deli olmak üzereydim. Sadece anlayan bir kişi istiyordum fakat kimse anlamıyordu. Saçlarımı çekiştirdim. Kendime verdiğim zararlardan artık canım bile yanmıyordu. Her anımı anılarımızı, onu düşünerek geçiriyordum. Başka yaptığım bir şey yoktu. Kilo alamamıştım, hala çok zayıftım.

Yerimden yavaşça kalktım. Beremi düzeltip gözlerimi sildim. Umarım bu aralar beni Londra'ya çağırmazlardı. Gerçekten eğlence görecek, hayranlara gülümseyecek halim yoktu. Hiçbir şey için enerjim yoktu. Yaşama karşı olan tüm sevincim çekilmişti.

Yürümeye başladım ve sokağa çıktım. Tanıdık kimseyi görmek istemiyordum. Rezil olmak umrumda değildi, sormalarını istemiyordum. Yürürken bacaklarımın arasına yavru bir kedi girince durdum ve ona baktım. O da benim gibi yapayalnızdı. Annesi yoktu, kardeşleri yoktu, kimsesi yoktu. Eğildim ve kucağıma aldım. Üşümüştü. Hırkamın içine sokup sıcaklamasını sağladım.

UmbrellaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin