Bu kadar geç kaldığı için özür dilerim.
Keyifli okumalar...
Karanlık, koyu bir gölge gibi Londra sokaklarını kaplamıştı. Kış mevsiminin son günleri olmasına rağmen havada ki keskin soğuk insanın canını acıtacak cinstendi adeta. Fakat bu soğuğa aldırmayan, kim olduğu belli olmayan bir gölge saklandığı ağaçların arkasından karşısında ihtişamla yükselen büyük malikâneye bakıyordu. Geceden bile soğuk bakan gözlerini, büyük evin ışık olan bütün camlarında dolaştırdı teker teker. En sonunda büyük pencereleri olan yere geldiğinde şapkasının altında saklanmış olan yüzünde bir sırıtış belirdi.
Ev ile aralarında mesafe bulunsa da sanki oradaymış, evin içindeymiş gibi bir bakış vardı gözlerinde. Dikildiği yerde biraz daha durarak ileriye doğru yürümeye başladı. Görülmeyi göze alabilecek kadar korkusuzdu. Ayak izi dahi olmamış karların üzerinde dümdüz ilerliyordu. Görüş açısı daha da netleştiğinde durdu ve gözlerini yine büyük pencerelere çevirdi. Birbirine sarılarak geniş koltuklarda oturan çifti gördüğünde ise sırıtışı kayboldu. Yüzüne buz gibi bir nefret duygusu yerleşti. Beline taktığı silaha gitti eli. Onları hemen şuracıkta öldürebilir, kimse onun yaptığını anlamazdı. Fakat genç kızın gülen yüzünü gördüğünde bu isteğinden vazgeçti ve az önceki çirkin sırıtış yine dudaklarında yerini aldı.
-"Seni öldürmeyeceğim güzel Victoria'm. Ama kocan için aynı şeyi söyleyemeyeceğim tabi."
Ağzından anlaşılmaz cümleler çıkartarak arkasını döndü ve az önce saklandığı karanlığa geri gitti. Artık kar yağmıyordu ama keskin soğuk insanın iliklerine kadar işliyordu. Soğuğu görmezden gelmeye çalışarak beklemeye başladı. Gözleri yine büyük pencereli yerdeydi. Çok geçmeden karda yürümeye çalışan birinin ayak seslerini duydu ve daha çok karanlığa çekildi. Gelenin yüzünü görene kadar öylece kaldı. Yaşlı adamın yüzünü gördüğündeyse sessizce ağaçların arasından çıktı.
-"Ne getirdin?" diye sordu aniden.
Kulağının dibinde duyduğu sesle korkarak yerinden sıçrayan adam hızlıca arkasını döndü. Yeni efendisi olan genç adamı gördüğünde geriye doğru bir iki adım attı ve selamladı. Elinde tuttuğu beyaz zarfı karşısında dikilen genç adama uzattı ve titreyerek beklemeye başladı. Zarfı alan genç adam kısık gözlerle yaşlı uşağa baktı ardından gözlerini elinde ki zarfa çevirdi. İçini açıp baktığındaysa bir balo davetiyesi olduğunu gördü.
-"Ne bu? Benimle dalga mı geçiyorsun?"
Sakince söylediği bu sözler onu tanımayan birini korkutmayabilirdi ama yaşlı uşak bu ses tonunun altında bir ölüm tehdidin olduğunu anlayabilecek kadar tanımıştı bu adamı. Kekeleyerek konuşmaya başladı.
-"Ha-hayır e-efendim."
-"Bu ne o zaman?"
Sesi biraz daha yüksek çıkmıştı bu sefer genç adamın.
-"Lord Johnston ve eşi Leydi Johnston'un davetli olduğu bola. İşinize yarayabileceğini düşündüm."
Gittikçe kısılan sesi sonlara doğru duyulmaz olmuştu. Bu adamın ne yapacağını kestiremiyordu. Canı istediği zaman birilerini öldürebildiğini anlamıştı. Ve tabi kızdığı zaman... Bu yüzden isteklerini olabildiğince çabuk yerine getirmeye çalışıyordu. Kendi can güvenliği buna bağlıydı. Sessizce dikilirken bir yandan da karşısındaki genç adamın hareketlerini takip ediyordu. Gözlerini yüzüne çevirdiğinde sırıttığını gördü. Elinde tuttuğu davetiyeyi katlayarak ceketinin iç ceplerinden birine koydu ve tekrar yaşlı adama baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEĞİN ÖMRÜ
Historical FictionBeş yıl öncesini hatırlayan insan sayısı bir elin parmağını bile geçmemektedir. Hatırlayanlar ise konuşmak istemez bir ailenin yok oluşunu ve dağılışını. Fakat Campbell ailesinin çocukları geçmişte yaşananları hala ilk günkü gibi hatırlarlar. Bu üç...