İran
Sudabe ve annesi Mihnaz Hanım şehrin dışında yerleşim yerlerinden uzak birkaç kaçak yapının birinde oturuyorlardı. Etrafta kayaların etrafından fışkıran bitki örtüsü hakimdi. Araba seslerinden ve şehrin gürültüsünden uzak doğayla iç içe bir ormancının hayatına benzeyen bir hayat sürmekteydiler.
Amerikan jetleri günün batmasıyla İsrail'e yardım etmek yerine İran'ı bombalamaya başlamıştı. Jet sesleriyle beraber Sudabe'de hiçbir zaman işe yaramayacak çeyizi için hazırladığı nakışı elinden fırlatarak merakla koşmuştu cama. Jet siyah dumanlar çıkararak yere doğru çakılmak üzereydi. Şaşkın bakışlarla onu izleyen annesinin kolundan tutarak kendi bedeniyle beraber masanın altına soktu. Havada süzülen uçağın evlerinin üzerine düşmemesi için dualar ediyorlardı. Annesi, ne olduğunu bilmediği tehlikeyi fark etmiş ve yaşlı yüzü solmuştu. Uçağın yere çakılma sesi yakınlardan geldiğinde masanın altında ki duaların yerini şükürler alıyordu. Sudabe annesini masanın altında bırakarak tekrar cama koştu. Görüş açısını genişletmek için camı açmak zorunda kaldı. Camı açtığında yerde ki hurda yığınına dönmüş uçaktan çıkan dumanları görebiliyordu. Camı kapatıp girdiği şokla masanın altında kalan annesini bulduğu yerden çıkarıp olanları anlatmaya çalışıyordu. Açıklaması bittiğinde bir mum yakıp ışıkları söndürdü. Annesinin yüz hatlarında ki derin çizgileri dolduran mum ışığıyla izliyordu onu. Kısa bir süre sonra bu sessizliği çalan kapı bozmuştu. Oturdukları yerde irkilmişlerdi. Kapıyı açmak yerine, içleri korku dolmuş bedenlerin eşliğiyle sesin kesilmesini beklediler. Kapı iki kere çaldıktan sonra ses kesilmişti. Korku yerini gizeme bırakırken bedenleri de çözülmüştü. Sudabe bir anda kapıya doğrulmak istese de annesinin titrek sesi engel olmuştu. Baba yadigarı tüfeğini eline alıp kapıyı tek seferde açtı. Kapının eşiğinde baygın bir asker hareketsizce yatıyordu. Gerçekten baygın olup olmadığını öğrenmek için, elinde ki tüfeğin ucuyla yerde yatan askeri dürtüklemeye başladı. Bu kan bulma arzusu içinde kapının eşiğinde ki koyu sıvı birikintilerini fark ediyordu. Başparmağıyla sıvıya dokunup kokladığında, sıvının kan olduğunu anlıyordu. Parmağına gömdüğü kafasını kaldırdığında uçağın yanan hurdasının geceyi aydınlattığını fark ediyordu. Ateşe bakmaya başladığında göz bebekleri de yangın yerine dönmüştü. Annesiyle bir an göz göze geldikten sonra yerde yatan adamı annesinin yardımıyla içeri doğru sürüklemeye başlamışlardı. Adamın bacağında ki deliği mum ışığı yardımıyla görmüşlerdi ve adam sürekli kan kaybediyordu. Sudabe ışıkları yakıp ecza dolabına doğru koşmuştu adeta. Şehir merkezinden uzak oldukları için küçük bir ilaç deposunu andırıyordu ecza depoları. Ecza dolabını takılı olduğu çividen kurtarıp yerde yatan askerin üzerine düzensizce boşaltmıştı. İçinden işine yarayacak malzemeleri alıp diğerlerini ecza dolabına yerleştirmeden kendinden elinin tersiyle uzaklaştırmıştı. Mihnaz Hanım, kızının savurduğu ilaçları ecza dolabına yerleştirmeye koyulmuştu. Sudabe, yarayı bir doktor edasıyla temizleyip mum ateşinde ucunu kızdırdığı nakış iğnesiyle yarayı dikmeye başlamıştı. Nakışta ki usta elleri sayesinde profesyonele yakın bir dikiş atmıştı yaralı askere. Kapanın yaranın yüzeyini tekrar temizleyerek yarayı sarmaya başlamıştı. Yaralı askerde duyduğu sancılar yüzünden ayılmıştı. Sudabe de bu sırada askerin üniformasında bir ülke bayrağı aramaya başlamıştı. Asker çok esmer tenli olduğundan tipine göre karar vermek imkansızdı. Bayrağı gördüğünde bir Amerikan askerini kurtardığını anlıyordu. Fakat bu bayrağı önceden de görse yine de kurtarmak için elinden geleni yapardı. Gözlerini açan askerin üzerinden çıkardığı alt üniformasının ceplerini kurcaladığında bir yığın şey buluyordu. Eğilerek askerin künyesine baktığında dalgalı saçları askerin yüzüne saçılıyordu. Askerin adı Mark'tı. Sudabe gömdüğü kafasını askerin göğsünden kaldırırken bu bakımlı ve güzel saçların kokusundan mahrum kalıyordu. Mark cebinde ki cep votka şişesini işaret diliyle kendisine vermesini anlatmaya çalışıyordu. Sudabe şişeyi askere verdiğinde asker ağrı kesicisini bulmuş gibi seviniyordu. Hızlı bir şekilde şişeyi bitirip yanına koydu. Sonra bir koluna Sudabe, bir koluna da annesi girerek kapının önünde ki askeri kaldırarak salonda ki çekyatın üzerine kadar taşıyıp sırt üstü yatırdılar. Sudabe elinde tüfeğiyle askerin yanı başında ki eski sandalye oturup nöbet tutmaya başladığında annesinin ifadesiz suratına bakarak:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyun içinde Oyun
General FictionDünyayı saran bir savaş, sevdiklerini çok sevdiği vatanına gömen adamlar, barut kokuları üzerine sinmiş aşklar ,kaybedilen duygular,kurumuş göz yaşları,masumiyet ve noktaları virgülle hayata bağlamaya çalışan bebek. Amerikanın İsrail'e açtığı sava...