Güvenmek gerçekten basit bir kelime değilmiş meğer. Güvenmek için ilk sevmek gerekmiyormuş, sevdiğin insana değil güvendiğin insanı severmişsin. Peki güvenmeden de sevilebiliyor muydu? Ya da hiç güvenemediğin seni defalarca yüz üstü bırakan birine yeniden seni kırma şansını vermek de neyin nesiydi? Yeniden bu şansı vermek senin yeniden kırılacağını mı gösteriyordu. Yoksa yeni bir şansı hak etmek için değiştiğini mi? Gerçekten insanlar değişir miydi? Veyahut bizi değiştiklerine inandırip arkamızdan iş çevirmeye devam ederler miydi?
Sanırım birine güvenmek için de şansa ihtiyacın var. Eğer şanslıysan güvendiğin kişi iyi çıkar. İyiden kastım güvenini boşa çıkartmaz. Ama eğer şanssızsanız -benim gibi- yüz üstü bırakılmaya idam mahkumusunuz. Öleceğinizi bildiğiniz halde, sizi öldürecekleri halde son günlerinizi mahkumiyet altında geçirttiriller. Çünkü eğer siz birine güvenemiyorsanız o kişi kötüdür. Ve kötü olmak bunu gerektirir.
Hayal kırıklıkları vardır bir de. Güvenimizi boşa çıkartanların eşantiyon olarak bize sunduğu bu hayal kırıklıkları tek tek ruhumuza batmaktan kaçınmazlar. Ruhumuzun kanları onları büyüten en büyük besin kaynağıyken bizi öldürmezler. Ölümü en derinde hissettirip ölümden korurlar. Ruhumuza batan her hayal kırıklığı derin yaralar açar. Kapanamayacak kadar derin yaralar. Bir yerde okumuştum. Hamam böcekleri kafasız üç gün yaşayabilirmiş. Bizimki de o şekil işte. Ne kadar derin yaralar olursa olsun ruhumuzda, ne kadar derine batarsa batsın hayal kırıklıkları öldürmez. Hiç kapanmayan yaraları yine hiç kapanmayan yaralar açarak tedavi etmek de insanlara özgü bir merhem sanırım.
Tüm bunlar mutsuzluğun zincirlerini oluşturuyordu bu hayatta. Birisi eksik kalırsa bir şansınız vardır yaşayama dair, hayatı sevmeye dair. Ama eğer hepsi birleşirse kötü son kaçınılmazdı. Yalnızlık. Herkes tattığını sanır yalnızlığı. Oysa onlar yalnızlığını seçmişlerdir. Yalnızlığın seçim değil mecburiyet olduğundan habersiz. İstedikleri zaman bu sonu yeni bir başlangıç yapma şansları ellerinde duruyorken yalnızlığı seçmek aslında tam bir aptallıktı bana göre. Oysa etraflarında kimse yokken, yeniden başlama şansları kalmamışken tam anlamıyla yalnızlığa mahkumiyet kararı çoktan verilmiştir. Bu bir seçim değil mahkumiyettir. Ve bu mahkumiyet, yalnızlıktır.
Belki de en büyük hatam çok güvenmekti, güvenemeyeceğim insanlar çıkmıştı karşıma. Ve ben güvenmiştim hepsine. Güvenemeyeceğimi bile bile hem de. En büyük hatam bu olmuştu bu hayatta. Herkese her seye güvenmek isterken ruhum paramparça olmuştu. Artık akıtacak tek damla kanım, tek damla göz yaşım kalmamıştı. İşin garibi yorulmuştum da. O kadar yorulmuştum ki ruhum harap bir evden farksızdı artık.
"Tamam."
Dedim. Kabul ettim bu bataklıkta boğulmayı. Nasıl olsa boğulacaktım. En azından acı çekmek istemiyordum. Kaç defa yeminler edip, sözler vermiştim kendime ağlamayacağıma dair. Ama işte olmuyormuş. Kendime verdiğim sözleri tutmaktan acizken bu bataklıktan kurtulma çabalarımın boşa olduğunu düşünüyordum.
Mert'in yüzünde anlık bir şaşkınlık belirse de bir şey demeden hemen kendini toparlamayı başardı. Şaşırması normaldi. Hiç bir şey demeden yukarı çıktım. Ne diyebilirdim ki zaten? Sözün bittiği yer dedikleri bu oluyordu. Bencildim hem de çok. Kendi özgürlüğüm için başkalarının hayatını zehirliyordum.
Hızlıca üzerimi değiştirip yatağa girdim. Yorulmuştum. Psikolojik anlamda. Yaşadıklarım ağır basıyordu biraz da. Yatağın içinde cenin pozisyonunda bir müddet kaldım ama soğuyan havalar rahat uyumamı engelliyordu. Dizlerimi daha fazla kendime çekip ısınmaya çalıştım. Tam olarak ısınamasamda uykum daha ağır bastığı için göz kapaklarımın üzerine konan tonlarca dert gözlerimi açmama engel olurken kulağıma gelen boğuk boğuk sesler algılarımı açmamı sağlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VEYL
ChickLitUmut, maviyle birleşti. Kırmızı, tutkuyla harmanlandı. Beyaz, masumluğa bağlandı. Siyah ise kötülükle cezalandırıldı. Oysa belki de siyah bu hikayede en masum olandı. •