"Bana veda etmek yok mu?" Yankı'nın sesiyle yerimde bir süre bekledim. Arkama dönmeye cesaretim yoktu. Onun yüzünü görmeye,veda etmeye en önemlisi de canımın bir daha yanmasına ihtiyacım yoktu. Biliyordum ki eğer onun gözlerinin içine bakarsam gidemeyecek üstelik aldığım karardan pişman olacaktım. Gözlerim de bana ihanet ediyordu tıpkı kalbim gibi. Ağlamaya başlamam an meselesiydi. Kalbimin nasıl olduğu ile ilgili en ufak bir fikrim dahi yoktu. İyi miydim, kötü müydüm bilmiyordum. İyi olsaydım canım bu kadar yanar mıydı? Kötü olsaydım kalbim hala atmaya devam eder miydi peki? Kalbim atıyordu ama yaşadığımı hissetmiyordum. Daha fazla arkamı dönemezdim. Ne Yankıya ne de sorunlarıma. Yavaşça arkamı döndüm ve derin bir nefes aldım. İhtiyacım olan derin bir nefes gibiymişcesine rahatladım ve gözlerimi Yankı'nın gözlerine diktim. Neyden kaçıyordum ki? Hislerimden mi? Yankıdan mı? Kaçması gereken tek kişi Yankıydı. Ben sevmekten başka bir şey yapmamıştım. Bundan mı korkuyordum? Gözlerim Giray ve Atlasa kaydığında odada bulunmadıklarını fark ettim. Ne ara gitmişlerdi? Atlas neden beni yalnız bırakmıştı? Yankı'nın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ses tonumu ayarlayıp bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdim.
"Veda etmem için bir sebep var mı?" Cümlemi zar zor kurmuştum ancak bunu yinede Yankıya belli etmemeye çalıştım. Ne kadar başarılıydım, bilmiyordum ama o an bunu düşünmem saçma olurdu. Çünkü karşımda bakışlarıyla beni yakan sevdiğim adam vardı.
"En azından bir hoşçakal demeliydin. O kadarını hak etmiyor muyum?"
Ben sana zaten hak etmediğin birçok şeyi verdim. Daha fazla hak etmediğin şeylere ihtiyacın yok.
Bu cümleyi ona kurmayı ne kadar istesemde hiçbir şey demedim. Sustum. Eğer bu cümleleri sıralarsam istemeden birçok şey söyleyecektim. Bununla yetinmeyecektim. Şu anda tek isteğim Yankı'nın susup,damarıma basmamasıydı. Zaten zorlanıyordum. Yankı sesli bir şekilde güldü. Bu gülümseme samimi ve gerçek bir gülüşten o kadar uzaktı ki. Kendisini gerçekten zorlamış olmalıydı.
"Susma. Bir şeyler söyle. Hiçbir şey söylemeden gidemezsin." Bana ne hakla susmamamı söylüyordu? Ben ona sevgimi anlatırken,onun gözlerinin içine birgün belki beni sever umuduyla her gün bakarken o sadece susmuştu. Şimdi kim oluyordu da bana konuşmam gerektiğini söylüyordu?
"Ben yeterince sana konuştum. Sense her defasında sustun. Şimdi sıra bendedir belkide. Söyleyecek onca şeye rağmen susuyorum. Konuşmamı istiyorsun değil mi? Tamam o halde konuşayım. Ben sana beni sev,bana ait ol diyemiyorum. O kıza bakma,elimi tut diyemiyorum. Bana aşık ol da diyemiyorum. Zaten ben sana ne diyebiliyorum ki? Benim yapabildiğim tek şey sana olan sevgimi belli etmek. Senin yapabildiğin tek şey ise benim sevgimle beni vurmak. Acımadan. Umursamadan. Sen beni en üst katından attın. Tutunamadım bile sana. İzin mi vermedin yoksa canın yanmasın diye ben mi tutmadım emin ol bilmiyorum. Baksana bir, susmak zorunda değil miyim? Konuşup ne diyeceğim? Beni sev diye yalvarmamı mı bekliyorsun? Sana acılarımı mı göstereyim? Söylesene ben ne yapayım?" Ağlamıyordum ancak sinirliydim. Biriken her şeyi dışa vuracak kadar hemde. Yankı konuşmamla sarsılmıştı. Bunları duymayı beklemiyordu.
Yankıdan;
Elisa dediklerinin hepsinde haklıydı. Ama beni anlamıyordu. Ben bir kez daha birini sevip,onu kaybetmeye dayanamazdım. Bu beni ölürken bile seven,bana ait kadına ihanet olurdu. Acı çeken oydu. Peki ya benim canım neden bu kadar çok yanıyordu? O yaralıydı ama ben ölmüştüm. Onun yaraları bende daha derin bir yaraya dönüşüyordu. Elisa hep kendi acılarını görüyordu. Oysaki benim neler yaşadığımı görmüyordu. Ben onu hiçbir zaman öpemeyecektim ya da hiçbir zaman sarılamayacaktım. Kırgındım çoğu şeye. Bizi daha önce karşılaştırmayan yollara, daha erken karşılaştırmayan şehre daha birçok şeye kırgındım. İkimizde istemezdik böyle bir sonu ama yapacak bir şey yoktu. İçim acıyordu ama bundan şikayet bile edemiyordum. Bir şeyler yanlıştı. Benim böyle hissetmem çok çok yanlıştı. Bu duygular büyümeden kapatmalıydım asla açılmayacak bir kutuya. Ben Derine aittim ve öyle kalacaktım. Bizim ne sonumuz ne de sonsuzluğumuz vardı. Ne bir gelecek ne de bir şimdimiz vardı. Geçmişim ise, çoktan bir kadına teslim etmişti zaten kendini. Geçmişim birisine ait iken, ben gelecek için bir temel atamazdım. Sevdiğimin üstüne, aşık olduğum kadını inşa edemezdim. Derin'i sevmekten vazgeçemezdim. Yapamazdım ki bunu. Geçmişi ile birlikte ölmüş kırgın bir adamı, şimdisi ile canlandırmaya çalışan bir kıza aşık olamazdım. Derin'e aşık olmayı bekler iken, Elisa'ya aşık olamazdım. Yapamazdım böyle bir şeyi, susardım ancak. Elisa onca hisleri haykırırken suratıma, susardım ben sadece. Zira, suskunluğum ile çok şey anlatırdım şehrime, Elisaya, ancak o beni görmez, sadece kendi hislerini görürdü. Kendi aşkının derinliğinde dalganırken, ona yüzen beni boğuyordu, hapsediyordu. Karışıyordum ona, kendimi ne kadar alıkoymaya çalışsam da.
Kalbimden siliniyordu Derin'in izleri. Okyanusun derinliğinde boğuluyordum ancak, Elisa'nın dalgalarında hayat buluyordum. Acı veriyor bu Elisa, göremiyor musun bunu gözlerimde? Bir sana böyle susuyorum. Bir sana susarken haykırıyorum hislerimi. Ama göremiyorsun. İleride aşık olacağım kadın, derinlerden kurtulup dalgalarında boğulamam anla, gelemem sana. Ama, sen de gitme benden. Ben gelemiyorum sana, gitme ne olursun. Kal yanımda, benimle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZLİĞİN YANKISI
Teen FictionBir kaza tüm hayatını değiştirebilir miydi?Elisa Sancaktar... O egoist,şımarık ve zengin bir kız. Hep böyleydi. Ta ki bir trafik kazası geçirene kadar... Artık geçmişiyle ya da kim olduğuyla ilgili bir fikri yoktu. Kendini bir anda yaşlı bir kadını...