Multimedia Savaş.
Keyifli okumalar.
Saat sabah yediye geliyordu ve ben bu saate kadar aynı sayfayı defalarca kez okuyup durmuştum. Halamın yazdığı her kelime ağır bir kütle misali göğüs kafesime oturup nefes almamı engellerken, mantıklı düşünmek zordu. Şu an yapmam gereken tek şey bu konuyu birine anlatmaktı ve benim anlatabileceğim, en azından bana yardımı dokunacak tek kişi abimdi.
Çok düşük bir ihtimaldi ama belki halam hayata gözlerini yummadan kendi çocuklarını ve o adamı bulabilirdik. Bu küçük umut kırıntısı bile mutlu olmama yetiyordu.
Uzun saatlerdir oturduğum, sağ taraftaki beşiğin yanında bulunan sandalyeden kalkarak defteri eski yerine geri koydum. Odadan çıkarak kapıyı kilitledim ve bir süre anahtarı kilitte bıraktım. Defteri yanıma alıp halama okutma fikrinin çok saçma olduğunu biliyordum ama içimdeki her şeyi öğrenme merakı olan Güneş'e karşı koyamıyordum. Gözlerimi sıkıca yumup, bu fikri gözden geçirdikten sonra sonuçlarının iyi olmayacağına karar verdim ve anahtarı kilitten çekerek eski yerine, yani halamın odasındaki çiviye astım. Adımlarımı hızlıca odama yönlendirip üzerime rahat bir eşofman takımı geçirdikten sonra, yerdeki çantamı alarak bir alt kata indim. Anahtarımı bulmak için kapının yanında bulunan portmantonun askılarına bakınmıştım ama hayır, anahtarım orada değildi. Hatırladığım acı gerçek kaşlarımı çatmama neden olurken, homurdanarak evden çıktım. Daha yeni yeni açılmaya başlanmış olan dükkanların yanından geçerken, hala homurdanmamı sürdürüyordum. Kendi arabamı abime, yani hastanede bırakıp kasabaya Savaş'la birlikte dönmüştüm. Şimdi de beni hastaneye götürmesi için Savaş'a ihtiyacım vardı.
Tamam, buradan merkeze giden otobüsler vardı ama nereden kalktığı veya nerede indirdiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kaş yaparken göz çıkarmak istemiyordum.
Kısa bir süre sonra Savaşların evinin önüne geldiğimde heyecanla kapıyı çaldım. Heyecanımın sebebi Savaş'ı görecek olmamdı. Evet, farkındayım bu da saçma bir düşünceydi ama Savaş'ı görünce istemsizce heyecanlanıyordum. İlk defa uçurtma uçuran bir çocuk nasıl hissediyorsa öyle hissediyordum.
"Güneş?" Savaş uykulu sesiyle adımı söylediğinde, bu halinin ne kadar sempatik gözüktüğünü fark ettim. Dağılmış saçları, üzerinde lacivert eşofmanı, beyaz tişörtü ve kapıyı açtığından beri ovaladığı gözleriyle.
En sevimli halimi takınmaya çalışarak "Günaydın," dediğimde, kapının önünden çekildi ve eliyle içeriyi gösterdi.
"Günaydın. İçeri geçsene. Dolunay da şimdi uyanır," Dünün aksine sesinin samimi çıkmasına sevinmiştim. Bu durumun da verdiği anlık cesaret ile beni merkeze götürmesini ya da arabayı verebileceğini ve kendi başıma gidebileceğimi söylediğimde az önceki sevimli hali tamamen yok olmuş yerini çatık kaşlara bırakmıştı. "Güneş bu konuyu yüzlerce kez konuştuk. Hala mı?"
"Ama abimle bir şey konuşmalıyım. Çok önemli! Lütfen."
"Hayır."
"Lü-" dediğimde sözümü kesti.
"Hayır," Bende onun gibi kaşlarımı çattım ve gözlerimi ona diktim. O da pes etmeden bana bakıyordu. Beş dakika gibi bir sürenin ardından kaşlarını gevşetti. "İçeri geç."
Dediğini yaparak içeri geçtim. Savaş da kapıyı kapatarak, yanıma geldiğinde son kez şansımı denemek için ağzımı araladım: "Ama çok önemliydi."
"O zaman ara," dedi ve eliyle telefon işareti yaparak kulağına götürdü. "Bende Dolunay'ı uyandırayım. Beraber kahvaltı yapalım."
Başımla onayladım ve Savaş'ın odadan çıkmasını bekledim. Odadan çıkarak kapıyı arkamdan kapattığında hızlıca telefonumu çıkararak abimin numarasını tuşladım. Bir kere çaldıktan sonra açmıştı. "Günaydın güzelim." dediğinde kapıyı kontrol ettim ve uzatmadan lafa girdim.