Bölüm 8: Kayıp

5.6K 840 272
                                    

Keyifli okumalar.

Dolunay heyecanla "Tabii ya! Nasıl aklıma gelmedi!" dediğinde abim üçümüze de şaşkın şaşkın bakmakla yetinmişti. Savaş, abimin bu haline gülümsedi ve kısaca neyden bahsettiğimizi açıkladı.

"Burada Dilek Koyu diye bir yer var. Bir efsaneye göre, o koyda ne dilersen gerçek oluyormuş," dedikten sonra bana baktı ve gözlerini bir süre benim üstümde gezdirdikten sonra devam etti. "Bana da Yasemin Abla anlatmıştı bu efsaneyi."

"O zaman gidelim?" diye bir teklifte bulundu abim. Savaş başıyla onayladığında ikisi birden bizden onay beklercesine Dolunay'la bana baktı. Ben kafamı hafifçe salladığımda, Dolunay da aynısını yapmıştı.

Kısa süre içinde hazırlanıp Savaş'ın teknesiyle açılmıştık. Abim çok düşünceli görünüyordu ve ben onun bu haline alışkın değildim. Dolunay ve Savaş dümenin başında birbirleriyle konuşurlarken bende abimin yanına gidip, başımı omzuna koydum. O da yanağını benim başıma yaslamıştı. Uzun sayılabilecek bir müddet konuşmadan öylece durduğumuzda sessizliği bozan abim oldu.

"Sence bulabilir miyiz?"

"Mektubu mu? Buluruz tabii." dediğimde başını iki yana salladı.

"Hayır, çocuklarını. Yani halam ölmeden bulabilir miyiz sence?"

"Umarım," diye mırıldandım. "Umarım onların bir kez bile kendisine 'anne' dediğini duymadan ölmez."

Abim sadece bana hüzünlü bir şekilde bakmakla yetindi. Ben de aynı bakışlarla ona karşılık verdim. Bu durum çok üzücüydü. Aslında üzücüden çok garipti. Yıllar sonra iki tane kuzenimiz olduğunu öğreniyorduk ama nerede oldukları hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu.

"İşte burası!" Dolunay'ın heyecanlı sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Ya çok fantastik değil mi? Böyle gizli olaylar falan!"

Savaş Dolunay'a ters ters bakıp "Oyun mu oynuyoruz burada?" diye azarladığında, Dolunay yüzünü kırıştırarak tekneden indi.

"Aman! Ruhsuz. Sen ne anlarsın maceradan falan? Anca somurt," diyerek Savaş'ın taklidini yaptığında, abim kahkaha attı. Onun gülümsemesi benim de gülümsememe sebep olmuştu. Bende kahkahalarımla ona eşlik ettiğimde, Savaş bize kınayıcı bakışlar atarak tekneyi koyun kenarında bulunan direğe bağladı. Ben, abim ve ardından Savaş'ta tekneden indiğinde hepimiz gözlerimizle etrafı tarayıp işimize yarayacak ve bize yol gösterecek bir şeyler bulmaya çalıştık ama yoktu. Kayalıkların içine doğru bir orman uzanıyordu onun dışında kayalarla çevriliydi.

"Burada hiçbir şey yok!" diyerek etrafa bakınmaya devam ettim. "Bence boşa kürek çekiyoruz. Acaba başka bir şey anlatmaya çalışmış olabilir mi?"

"Başka ne anlatmaya çalışmış olabilir ki?" dedi Dolunay umutsuzca. "Ben bir dilek diledim, diyordu. Bence doğru iz üzerindeyiz."

"Kesinlikle doğru iz üzerindeyiz," Savaş'ın sesiyle üçümüzde ona döndük. Elinde tahta bir kutu tutuyordu. Kutunun üstü toprak kaplıydı ve anladığım kadarıyla baya eskiydi. Abim kutuyu alıp inceledikten sonra birkaç kere salladı. Kutu hafif bir sesi etrafa yayarken, adeta hepimiz nefesimizi tutmuş kutunun içinden ne çıkacağını bekliyorduk. Abim küçük bir hamleyle kutunun kilidini kırdı ve kutuyu ters çevirerek içindekinin yere düşmesini sağladı. Ve evet, kutunun içinden çıkan şey hepimizin bulmayı beklediği şeydi. Kıvrılmaktan yırtılmaya yüz tutmuş, sararmış bir kağıda yazılan eski bir mektup.

Kusursuz HatalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin