Bölüm 4: Gözyaşı

10.7K 971 173
                                    

Keyifli okumalar.

Multimedia Dolunay.

Tüm dünyanın ayaklarımın altından kayıp gittiğini hissediyordum. Savaş'ın "Güneş..." diye mırıldanan sesi bana o kadar uzaktan geliyordu ki... Sanki aramamızda kocaman cam bir fanus vardı ve ben o fanusta hapis olmuştum.

Bu duyduğum doğru olabilir miydi?

"Bu..." Elim istemsizce şakaklarıma doğru yol alırken hızlıca ayağa kalktım ve "Bu doğru olamaz!" diye tamamladım cümlemi. Bu doğru olamazdı, olmamalıydı! Halam kanser olsa benim haberim olurdu.

Olurdu, değil mi?

"Güneş, söylediklerim ne yazık ki doğru," Savaş tam karşımda dururken ona bağırmak ve tüm bunların bir yalan olduğunu söylemek istedim. "Yasemin Abla kanser..."

Buna inanmak zordu. Halam kanserdi ve ailesinden hiç kimseye bir şey söylememişti öyle mi?

Böyle bir durumda ailesinin yanında olması gerekmez miydi? Elbette ki gerekirdi. Tabii ortada gerçek bir aile varsa...

Biz hiçbir zaman gerçek bir aile olamamıştık ki! Annem bulduğu her fırsatta halamı sevmediğini halamın yüzüne söylemiş, babam kardeşi olmasına rağmen halamı hiçbir zaman benimseyememişti. Abim, Gece öldükten sonra hepimizden uzaklaşmıştı bense beni zerre kadar sevmeyen bir adam için günlerce gözyaşı dökmüş, bu süreçte ona nasıl olduğu soramamıştım bile.

Gözyaşlarım mavi gözlerimden yavaşça süzülüp yanaklarımda yer edindiğinde beni bu acı silsilesinin içinden çıkaran şey Savaş'ın gözlerimin önünde sallanan eli olmuştu.

"Güneş, benimle gel."

İlk başta tereddüt etsem de ardından dediğini yaptım ve onu takip ederek yürümeye başladım. İsmini aklımda tutamadığım sokaklar geçiyorduk, bu süreçte acı hep benimleydi.

Acı beni hiç bırakmamıştı ki.

Dakikalar sonra büyük ve eski bir binanın önünde durmuştuk. Başımı kaldırdım ve girişinde yazan küflenmiş yazıya baktım: Dolunay Kitabevi.

Ben Savaş'a neden buraya geldiğimizi sorarcasına bakarken Savaş cebinden çıkardığı demir bir anahtarı kilide yerleştirdi ve kapının büyük bir gıcırtıyla açılmasına izin verdi.

Büyük bir toz yığını kapının ardından yükselirken Savaş çoktan içeri girmiş ve dışarıya iki tane sandalye çıkartmıştı. Benim önüme koyduğu sandalyeye yavaşça oturdum ve Savaş'ın yüzüne dikkatle bakmaya başladım. Onun yüzünde, kendimde gördüklerimin aynısını görüyordum.

Acıyı onun yüzünde de görüyordum.

"Bak Güneş," Savaş dirseklerini diz kapaklarına yasladı ve hafifçe eğilerek konuşmaya devam etti. "Yasemin Abla sana, daha doğrusu size söylemediyse bir nedeni vardır, eminim.

"Nedeni umurumda bile değil!" Sesim Savaş'ın aksine öfkeli çıkıyordu. "Biz onun ailesiyiz Savaş! Bunu bizimle paylaşması gerekmez mi? Böyle bir şeyle nasıl baş edebilir?"

"Elbette söylemesi gerekir ancak söylememiş, Güneş. Kanser hastalarının en çok ihtiyacı olan şey moraldir ve ben senin bunu bilmenin onu üzeceğine eminim. Bu yüzden..."

"Bu yüzden ne?"

"Bu yüzden Yasemin Abla sizinle paylaşana kadar ona bir şey belli etmemen onun açısından daha iyi olur."

Kusursuz HatalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin