Salih annesi ile kardeşini konağa bıraktıktan sonra Behzat'a gitti, niyeti belliydi ama yine eli boş döndü. Kâhyanın dediğine göre; Behzat Bey kısa bir yolculuğa çıkmıştı, bir saat önce gelseydi onu görebilecekti ama şans. Kâhyanın dediği laf yalan değildi. Behzat gerçekten de bir saat önce at arabasına yüklettiği bavul ile yola çıkmıştı, çok uzağa değil, hemen Tekirdağ yolundaki küçük av köşküne. Ne tesadüftür ki, bu av köşkü, Gülçehre Hanım'ın çiftliğine çok yakındı. Kâhya bu bilgiyi Salih'e söylemeyi yararsız bulduğundan dillendirmedi, zaten Salih de pek umursamadı.
Behzat yediği yumruktan sonra ayılınca, şeytanlarından mütevelli, ilk iş olarak Gülçehre'nin kim olduğunu hatırlamıştı. Yumruk işe yaramış olacak beyninin kıvrımları hızlıca çalışmış ve hemencecik bir plan yapmıştı. Madem Yasemin onu beğeniyordu, Gülçehre Hanım'ın komşuluğunu kullanarak kıza yaklaşabilirdi. Hatta bu yaklaşmayla kızı ikna edip nişanı attırabilirdi, böylece Salih hırsızı aradan çekilirdi. Zaten baştan beri, o dururken kızın Salih'ten hoşlanmasında bir gariplik vardı. Kıza açılıp göğsünde taşıdığı mektubu gösterdikten sonra kızın onun kucağına düşeceği kesindi. Çünkü en yakışıklı ve akıllı erkek Behzat'tı, kesinlikle Salih değildi.
Perran ise arkadaşının haksızca el koyduğu sevdasını düşündükçe afakanlar basıyor, sebepsiz yataklara düşüyordu. Ne yapmalı ne etmeliydi de bu ikisini ayırmalıydı. Bazı aklını delilik kaplıyor, Salih'e gidip her şeyi anlatıveresi geliyordu. Yasemin'in beğendiğinin Behzat olduğunu ve asıl ona ölüp bitenin kendisi olduğunu itiraf etme isteğiyle kavruluyordu. Cesareti olsa yapardı da ama sonrasında şaşıran Salih, onu ret ederse ve babası duyarsa kıyamet kopardı. Hele annesi... Tüm dedikoduları çıkarıp işleri bu noktaya getirdikten sonra kızının da aynı haltı yediğini öğrenirse onu doğruca halasının yanına, Musul'a gönderirlerdi. Hem Salih'ten olurdu, hem de rahatından. O yüzden sabretmeli, ortaya çıkacağı anı kollamalıydı. Yasemin hemen evlenmeyeceğini söylememiş miydi? Perran'ın hala zamanı vardı. İçi kıskançlıkla kararmış genç kız, gönül hastalığıyla yatak döşek yatarken pusuya çekildi, ta ki uygun zaman gelene dek kendini geriye çekti.
Sabahın bir vaktinde Salih öğleden sonra çıkılacak yolculuk için Kamil Talat'tan izin olmaya odasına gitti. Göz kapakları okuduğu evrak yüzünden yarı yarıya kapalı olan Kamil Talat, genç adamın odaya girdiğini görünce doğruldu ve babacan bir gülümsemeyle hem karakterini, hem de aklını övdüğü genç adama baktı. Keşke üç oğlunun yanında bir de kızı olsaydı, bu genç adamı Sadık Muhsin'e damat diye bırakmazdı. Bu düşünceyle eğlenerek Salih'e seslendi.
"Gel, oğlum, otur şöyle."
"Çok vaktinizi almayayım ben efendim. Gemi kayıtlarının incelemesini bitirdim. İzninizle onu takdim edeyim."
"Var mı gözüne takılan bir şey?"
"Sadece bir tanesi ilgimi çekti, zabitlere haber ettim. İnceleyecekler."
Kamil Talat elini sallayarak yaklaşmasını istedi. "Otur oğlum, ateş almaya mı geldin?"
Salih amiri olan Kamil Talat Bey'e hafifçe gülümsedi, masasının önündeki koltuklardan birini seçip oturdu. Elindeki raporu adamın masasının kenarına bıraktı. Kamil Talat raporla hiç ilgilenmeden ellerini masanın üstünde kenetleyip Salih'e doğru eğildi.
"Salih senin durumun aklımı çok meşgul ediyor. Nazırlıkta memursun, tamam, iyi bir iş. Kâtiplere de yardım ediyorsun. O da tamam. Ama bunlar senin işin değil evladım, senin yeteneğinde ve çalışkanlığında birinin oda köşelerinde harcanmasına gönlüm el vermiyor. Yakında yuva da kuracaksın. Başka bir yer var mı aklında? Söyle, çekinme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpten Öte
Historical FictionBir mektupla başladı her şey... Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına... İki kalpten biri, aşkı tanırken okyan...