Üç tane at arabası arka arkaya dizilmişti. Kalbimin gürültüsünden kulaklarımın sağır olması gerekirken sanırım gözlerime sirayet etmişti çünkü arabanın dibinde konuşanların içinde Salih'i göremedim. Yoksa bugün bayram değil miydi?
İçimde yeşeren neşe ağacı yapraklarını dökmeye başlamıştı, bir anda çiftlik gözüme gelmedi. Yürüyüp Sema Hanım ile Hüma'yı selamlamam gerekiyordu ama kök sürmüş gibi kapının ağzında dikilip kalmıştım. Yalancı suratsız, geleceğini söylememiş miydi? Ben neden o kadar isteksiz görünmüştüm ki? Of, of..."Deli Dumrul gibi yol mu kesiyorsunuz?"
Kulağımın yanında fısıldanan ses yüzünden yerimden öyle bir sıçradım ki, omzum kapıya çarptı. Omzumu ovuşturarak sinsice beni korkutan adama baktım. İrkilmem o kadar hoşuna gitmişti ki, gözlerindeki eğlenceli bakışı hiç saklamaksızın otuz iki dişini göstererek sırıtıyordu.
"Ne münasebet!" diye söylendim. "Asıl sizin, hayalet gibi dolaşmanıza ne demeli!"
Şaşkın bir ciddiyetle geriledi. "Ne kabalık!" Sonra elini kaldırdı ve taşıdığı sepeti gösterdi. "Ben unutulmuş olanı büyük bir fedakârlık yaparak, zavallı kollarımı yormak pahasına mutfaktan getireyim, siz bana hayalet deyin."
"Siz de bana Deli Dumrul dediniz!"
"Kötü bir şey mi? Sizi müthiş bir hikâyenin başkahramanına benzettim."
Deli Dumrul değildim ama bu adam sayesinde yakında deli Yasemin olmam içten değildi. Bir süre konuşmamak için dişlerimi sıktıktan sonra dayanamayıp patladım. Bu adamda benim ayarımı bozan bir şeyler vardı, ama neydi anlayamıyordum.
"Her lafa bir cevabınız var maşallah, bir susayım da karşıdaki sevinsin dediğiniz yok!"
"Neden yapacakmışım? Madem tartışmayı beceremiyorsunuz, başlatmayın. Sizi sevindirmek için geriye çekilmemi beklemeyin çünkü yapmam."
"Bu bir kibarlık göstergesidir Salih Bey. Ah, tabi! Kibarlığın, sizin gibi egosu arşa uzanmış birinden beklenmemesi gereken bir özellik olduğunu unuttum."
Salih umursamazca dudağını büktü ve yüzüne düşen saç tutamını, başını sallayarak geriye attı. Bir yandan da bana cevap vermekten geri durmuyordu.
"Bakın beni nasıl da kolay tanımladınız. Sanırım sizin kişiliğinizle aynı yükseklikte geziniyoruz."
"Sizinle hiçbir yerde gezindiğimi sanmıyorum Salih Bey. Kendini beğenmişliğiniz bu dünya için bana yetti, yükseğe alçağa lüzum yok."
"Bana kendini beğenmiş demeden önce dönün bir kendinize bakın hanımefendi. Sanırım İstanbul'un yedi tepesini bizzat siz yarattınız. Duruşunuzdan ve konuşmanızdan anlaşılan bu!"
"Bir bayanın, karşınızda konuşuyor olmasına alışkın değilsiniz sanırım." dedim. Yedi tepe mi? Hah! Hiç de o kadar kendimi beğenmişlik yapmamıştım.
"Evet, alışkın değilim." dedi Salih ve gözlerini kısarak bana doğru hafifçe eğildi. "Genelde hanımlar karşımda konuşamazlar, dilleri tutulur."
Aynen şu anda benim başıma gelen gibi olduğuna yemin ederim. Aramızdaki bir metrelik mesafeye rağmen Salih'ten yayılan temiz bir parfüm kokusuyla mest oldum. Badem şeklindeki gözlerini kısması ise alışılmadık renkteki kopkoyu mavilerin daha parıldamasına neden olmuştu, hele o düşen saç dalgası yok muydu? Ah... Dedim ama içimden... Yüz hatları pek düzgündü bu suratsızın, kız olsaydı kesin kapısında nöbet tuttururdu. Dadıma ilk defa tüm yüreğimle hak verdim. Allah için, hoş çocuktu... Yine de benim ilk göz ağrım Behzat gibi nazik, akıllı, saygılı ve becerikli olmadığına bahse girerdim. Ayrıca Behzat da çok yakışıklıydı... Yani... Sanırım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpten Öte
Fiksi SejarahBir mektupla başladı her şey... Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına... İki kalpten biri, aşkı tanırken okyan...