Yalının üç günde bu kadar değiştiğine inanamamıştım. Çok az işi kalmış gibi görünüyordu, gerçi bana sorsalar bugünden taşınmak isterdim. İnce işleri bittikten sonra sıcak bir yuva olacağını şu haliyle dahi ispat ediyordu. Salih ile benim yuvam...
Annemler yapılacakları konuşurken ben sabırsızlıkla Salih'in yolunu gözlüyordum. Hüma annemleri dinliyordu ama Perran konuşulanlara pek ilgisizdi. Arada kapıya bakması dikkatimden kaçmadı, bendeki sabırsızlığın benzerini onda da görmek canımı sıktı. Nişanlım hakkında vaz geçmiş görünmesi şu haliyle hiç bağdaşmıyordu. Ona kötü bir laf söylememek için çenemi kastım.
Ben Perran'ın kaçamak bakışlarının birden ışıldamasının sebebine doğru başımı çevirirken Hüma'nın sesiyle daha görmeden Salih'in teşrif ettiğini anladım.
"Ağabey! Burası çok güzel olmuş! Sürekli ziyaretçiniz olabilirim, bahçenin biraz daha elden geçmesi gerek!"
Salih Hüma'ya hafifçe gülümsedi ve balkona adım atarken annemi selamladı. "Hoş geldiniz Afife Hanım" Sonra bakışlarını bana çevirdi, kesik bir nefesle gülümsemesini bastırdı. "Yasemin Hanım"
Annem, Salih'in selamına karşılık verirken öpmesi için elini uzatmıştı. Salih bakışlarını benden alarak annemin elini öperken ben kendime anca geldim.
"Hoş bulduk" diye mırıldandım.
Gerçekten de çok hoş bulmuştum. Yüzündeki bereler iyileşmiş ve beyaz tenine güzel bir ışıltı veren güneşin bronzluğuyla, nişanlım olacak Adonis daha da güzelleşmişti. Bu haksızlıktı, ondaki bu hoşluğun sebebi benim aşık gözlerim miydi yoksa her zaman mı böyleydi? Salih, Perran'a selam vermek için dönünce arkadaşımın Salih'i ilk gördüğünde söylediği övgü dolu sözler aklıma geldi. Aşık gözlerim sadece bir gerçeği fark etmemi sağlamıştı anlaşılan.
"Hoş geldiniz Perran Hanım." dedi Salih başıyla arkadaşıma selam vererek.
Perran konuşmaya hiç niyeti yokmuş gibi Salih'e bakarken masanın altından attığım tekmeyle kendine geldi ve hemencecik selamı cevapladı.
"Hoş bulduk Salih Bey."
Tamam, laf söylememiştim ama attığım tekme hiç fena değildi. Perran can acısını kötücül bakışlarıyla belli ederken ben kayıtsız kaldım. Nişanlıma bakıp kalmasını izleyecek değildim herhalde. Salih masanın üstündeki yemeklere, çöreklere göz atarak Sema Teyze'ye sırıttı.
"Nasıl da acıkmışım."
"Kahvaltıdan beri oturmadın ki oğlum, acıkırsın tabi. Çalışan adamlara da iki saat izin verdim. İnsanları o kadar zorlaman doğru değil."
Salih sandalyeye oturdu ve sıkılgan bir tavırla anneme baktıktan sonra kendi annesine döndü. "Başka türlü evi nasıl yetiştireceğiz anne? Yasemin Hanım'ın kendi evine gelin gelmesini arzu ediyorum."
Yüzümün kızardığını tahmin ediyordum çünkü yanaklarımı ateş basmıştı. Salih'in geldiğinden beri yalıyla bu kadar uğraşması düğüne yetiştirmeye çalışmasıydı demek, bir şekilde benim rahatımı düşünüyordu. Annem araya girdi.
"Sen de çok yoruldun Salih oğlum, çeyizi siz evlendikten sonra da yerleştiririz."
Perran teklifsizce atıldı. "A hiç olur mu Afife Hanım Teyze, millet ne der sonra? Koskoca Hüsnü Celal Paşa, biricik oğluna ev veremedi derler."
Hepimiz dönüp Perran'a bakınca yediği haltı fark etti. Derler değildi lafın doğrusu, annem derdi. Dedikodunun hası Hayriye Teyze'den geçtiği hepimizin malumuydu, kadın konuşacak bir konu bulamayınca kendisi yaratacak kadar işine bağlıydı. Geç de olsa onun bu becerisini anlamıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpten Öte
Ficción históricaBir mektupla başladı her şey... Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına... İki kalpten biri, aşkı tanırken okyan...