Perran'ın ziyaret nedenini anlamışsınızdır. Behzat ile yarın görüşecek ve saç tutamlarını hoca efendiye götüreceklerdi. Bu yüzden daha öğlen olmadan arkadaşının evine damladı. Salih hakkında hiç konuşmamaya karar vermişti, Yasemin tarafından paylandıktan sonra bu son derece mühim görevde gerilmek istemiyordu. Düğün, çeyiz hazırlıklarından bahsettiler. Perran konuyu saça çekmeye çalıştığından Yasemin'in saç uçlarının bakımsızlığından tutun da güneş yüzünden açılan tonuna varana dek kızın başını ağrıttı. Yasemin onun iddialarına gülüp geçtikçe küplere bindi. Akşama doğru vakit azalınca ya herrü ya merrü diyerek çantasından çıkardığı makasla Yasemin'in saçlarına atıldı. Dadı Münevver yanlarında olmayaydı Yasemin'i bir güzel saç tıraşı yapacaktı.
''Ucundan azıcık alacağım ayol!''
Dadı kızın kolunu bileğinden tutmuş makası Yasemin'in saçlarından uzaklaştırıyordu. ''Tövbe Bismillah! Kızım dellendin mi sen? Bırak makası elinden!''
Yasemin, Perran'ın parmaklarını saçlarından çözmeye çalışırken dadı sonunda makası çekip aldı. Makası kaptıran Perran bağırıp çağırmayı bıraktı ve Yasemin'i salıverdi.
''Ay, iyi! Sana iyilik de yaramıyor kuzum! Yıpranmış saçlarınla dolaş da düğününde herkes seninle alay etsin, bana ne!''
Yasemin saçlarını geriye atıp hayretle Perran'a baktı. ''Aklını mı kaçırdın sen Perran? Saçlarımdan gayet memnunum ben. Aniden bu berberlik merakı da nereden çıktı, sabahtan beri etmediğin laf kalmadı.''
''Kızlar! İtişip kakıştığınız yetişir. Açık hava sizi çarptı herhal, geçin eve!''
Münevver, kızları önüne katıp eve doğru yönlendirirken Perran'ı bir düşüncedir almıştı. Hocanın sipariş ettiği saçı elde edememişti, üstüne üstlük akşam olduğundan evine dönmesi gerekiyordu. Yarın sabahtan gelmesinin de anlamı yoktu. Biraz bekledikten sonra oflayıp poflayıp gitmesi gerektiğini söyledi, onu bekleyen arabaya giderken tüm gün yaptığı gibi, onu uğurlamaya gelen kızın elbisesinde örtüsünde saç teli bakındı. Ne çare, kızın saçı bile dökülmüyordu. Şimdi zavallı güzeller güzeli Perran ne yapacaktı?
Sözüm ona Behzat'ın da Perran'dan farkı yoktu. Salih'i hiçbir yerde bulamamıştı. Annesi oğlunun iş sebebiyle şehir dışına çıktığını söylüyordu ama nereye gittiğini söylemiyordu. Behzat ciğerci kedisi gibi konağın etrafında dört döndü. Nazırlığa bile uğradı ama memurluktan ayrıldığını öğrenince şaşırmak için bile kafasını karıştırmadı. Zaten tembel Salih'in memurluk gibi bir mesleği kaldıramayacağını tahmin ediyordu. Annesinin yalan söylediğini dahi düşündü.
Müthiş bir beceri göstererek bahçe duvarını tırmandı ve düşmeyi göze alarak konağı izledi. Yok, Salih gerçekten de konakta değildi. Olaydı, on dakika olsun bahçede gezeceğine emindi. Yenik bir ruh haliyle duvardan indi. O denli dalgındı ki, inerken çıkan cırt sesini duymadı. Ne yapacağını düşünür halde evine doğru yürüdü. Akşamüstü esintisi ne ferahlatıcıydı öyle, taa kaba etine dek serinletiyordu. Behzat yırtılan pantolonundan kalçasının göründüğünü evinin önüne varana dek fark etmedi. Nedense yolda karşılaştığı kimselerde onu uyarmadı. Manzaraya bakıp kıs kıs gülmeleri dalgın beyefendinin ilgisini dahi çekmedi.
Behzat, Salih'in konakta saklandığını düşünüyordu ama işin aslı öyle değildi. Salih yeni teşkilatı tarafından çağrılmış, daha o sabahın köründe siyah bir at arabasıyla konaktan alınmıştı. Şafak sökerken deniz tarafından uzakta, ormanlık bir alandaki küçük bir köşke getirilmişti. Arabanın pencereleri sıkıca kapatıldığından Salih getirildiği mevkiinin neresi olduğunu çözemedi. İstanbul'un çevresini pek tanımıyordu. Bu yüzden de çok huzursuzdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpten Öte
Historical FictionBir mektupla başladı her şey... Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına... İki kalpten biri, aşkı tanırken okyan...