Salih Hüsnü konağa vardığında hazırlık telaşının hala devam etmekte olduğunu gördü. Araba konağın önüne çekilmişti ama henüz hiçbir şey yüklenmemişti. Hizmetçileri koşturan kâhyanın sesi evin içinde çınlıyordu."Fikret Efendi bohçaları indirin artık, Nigar yollukları hazırladın mı? A be evladım, hadi çabuk olun!"
Salih hareketliliği görünce yol heyecanı onu da sardı, gülümseyen bakışlarla harem tarafına yürüdü. Annesi, Hüma'nın odasındaydı ve kıyafet bohçasından işe yaramayacağını düşündüğü şeyleri çıkartıyordu.
"Hayır, Hüma. Dürbünü alamazsın. Kızım ayıp millet kendisini izlediğini sanır."
"Ama anneciğim..."
"Olmaz, börtü böceği, kuşu sıçanı sade gözlerinle izleyiver."
Hüma suratını asarken Salih kapıyı tıklatıp içeri girdi. "Ne bu telaş anne, gören de temelli taşınıyorsunuz sanır."
Annesi elindeki dürbünü masanın üstüne bırakıp doğruldu. "Bu zirzopa kalırsak odasını toplayıp gidecek. Benim bir bohçam var, bu hanımdan üç tane çıktı ve tahmin et, kıyafetler değil sırf. Boş kavanozları bile almış."
Salih kavanozları neden aldığını tahmin ettiği kardeşine yan gözle baktı. Canlı cansız bulabildiği tüm farklı numuneleri toplayacak eve getirip hem annesini hem de bahçıvanı deli edecekti.
"Kâhya kadın aşağıyı iyice karıştırmış anne, istersen bir bak. Yoksa yarına ancak yola çıkarız."
Annesi bıkkınca nefeslendi, kapıya doğru yürürken duraklayıp Salih'e baktı. "Sen hazır mısın?"
"Alacağım pek bir şey yok zaten anne, bir kat elbise alacağım ne olur ne olmaz. Sizi bıraktıktan sonra dönmeyi düşünüyorum."
"İyi, gidelim de ne olacak bakarız."
Annesi çıktıktan sonra Salih masanın üstündeki dürbünü alıp bohçanın başına geçti. "Hümacığım, gideceğimiz yerde sana kavanoz bulacaklarına eminim. Bence birkaç tanesini çıkarıp dürbünü sıkıştıralım olmaz mı?"
"Annem kitaplarımı da çıkarttı zaten." diye söylendi Hüma, yine de ağabeyinin önerisine uymak için irili ufaklı kavanozları bohçanın içinden çıkarmaya başladı. "Her şeyime karışıyor, beni hiç beğenmiyor. Erkek gibi zevklerim varmış, biraz oya nakış öğrenmeliymişim. Ne yapsam ona yaranamıyorum."
Salih yarım sırıtışla kardeşini dinliyordu. Yetişkinliğin sınırına ulaşmaya çalışan kardeşinin iki senedir annesiyle daha fazla karşı karşıya geldiğinden haberdardı. Yakında on altı yaşına basacak olan Hüma, ne büyümeyi istiyordu ne de kendisine çocuk gibi davranılmasını. Annesi de ayrı dünyadaydı. Küçük kızının yetişkin gibi davrandığını görmek istese de, görücü habercileri kapıya geldiğinde krizler geçiriyordu. Salih o konuda annesine katılıyordu, Hüma gelin olmak için çok küçüktü ve tahminine göre; genç kız onların gözünde, gelinlik konumuna gelmek için asla büyük görünmeyecekti.
Salih bunları düşünürken Hüma onun ilgisini çeken başka bir lafa geçti.
"Belki biraz el işi öğrensem fena olmaz." dedi teslim olmuş bir şekilde. "Yasemin abla bana öğretir değil mi ağabey? Onun nakış işinde çok iyi olduğuna eminim, tam bir hanımefendi."
Kardeşine doğru inanmaz bakışlarla baktı. "Hiç sanmıyorum. Kibarcık bir hanım ama o tarz işlerde tarağı olmadığına bahse girerim."
Düzeltilen bohçayı kapatırken gözlerinin önüne Yasemin'in elinde iğneyle oya işlediği geldi ve istemsizce güldü. Nedense o hali pek uzaktı. Hüma onun bu gülüşünü yanlış yorumlayarak Yasemin'i savunmaya girişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpten Öte
Ficción históricaBir mektupla başladı her şey... Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına... İki kalpten biri, aşkı tanırken okyan...