1. Bölüm - ''Encounter''

13.7K 142 14
                                    

2000…
Annem beni evden hiç çıkarmıyordu. Çok çabuk hastalık kapıyormuşum, bünyem mikroplara karşı çok dayanıksızmış falan filan. Bende o alışverişe çıkarken peşine takıldım. Ne kadar bana bakmayarak eve dönmem için ısrar edip bakıcımın yanında kalmam için çenesini yorsa da küçük adımlarımla ona yetişmeye çalışıyordum. Sonunda dayanamayıp bana baktı ve boynumu büküp yüzüme koca bir gülümseme yerleştirdim. Elini uzattı. Kısa bacaklarım birbirine dolanırken koşarak annemin elini tuttum ve alışveriş merkezinin yolunu tuttuk.
İşimiz bitince o koca, gösterişli binadan çıktık ve annem evin olduğu tarafa dönerken elinden tutup ters yöne doğru çekiştirmeye başladım. Beni zorla da olsa parka götürmek zorunda kaldı. O elindeki bir sürü poşetle banklardan birine otururken, ben gülerek ve koşarak diğer küçük çocukların arasına gittim. Hepsi arkadaş edinmiş oyun oynuyorlardı. Ben yalnız kalacaktım ama buna alışmıştım. Doğduğumdan beri hep yalnızdım. Kumların üzerine, kısa bacaklarımı kıvırarak oturdum. Elbisemin eteğini düzelttikten sonra sanki hiç kumlarla oynamayı bilmiyormuş gibi iri gözlerimi yerdeki kumlara diktim. Sonunda küçük ellerimi kumlara daldırıp doyasıya oynamaya başladım.
Kısa sürede etrafıma bir sürü çocuk toplanmıştı. Benim sakince oynadığım oyun çılgın bir hal almıştı. Herkes birbirine kum atıyordu ve kumlar bana da geliyordu. Siyah buklelerimin arası ince kumlarla dolmuştu. Sonunda öylece yerde oturup onları izlerken attıkları kumlara maruz kalmak yerine yerimden kalktım ve diğer çocuklar gibi park alanının dışında koşmaya başladım. Attıkları avuç dolusu kumlardan kaçmaya başladım. Koşarken yüzüme gelen kumlar gözlerimi acıtıyordu ve ara sıra önümü göremiyordum. Bir ara durup gözlerimi ovuşturdum. Gözlerimden kumlar gidince tekrar koşmaya başlayacakken önümde bir çocuk gördüm. Elindeki kumları bana gösterip güldü. Ben tekrar koşmaya başladığım anda çocuk kumları çoktan yüzüme atmıştı ve yine önümü göremedim. Panik olduğum için kısa bacaklarım birbirine dolandı ve dizlerimin üzerine, yere düştüm. Küçük ellerimi gözlerime götürüp kumları sildim. Dizlerime baktığımda gördüğüm kanla ve hissettiğim acıyla çoktan ağlamaya başlamıştım. İri gözlerimden akan yaşlar dizimdeki kana karışıyordu. Küçük ellerimi yüzüme kapayıp hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Dizimdeki o küçük yara bile canımı çok yakmıştı. Sonra canımın daha çok yanacağını hiç bilmiyordum.
Bir küçük el dizimdeki yaraya değdiğinde korkuyla ve acıyla ellerimi yüzümden çektim. Sarı saçlı ve yemyeşil iri gözlü bir çocuk karşımda duruyordu. Dizlerinin üzerine çökmüş bana bakıyordu. Ona baktığım anda elini çekmişti. Korkarak küçük elini tekrar dizime uzatırken ince ve kısık sesimle ona engel oldum.
Angela: Acıyo!
X: Ben saya yaydım edicektim.
Ben cevap vermeyince çocuk elini şortunun cebine götürüp bir peçete çıkardı. Yine korkarak elini dizime uzattı ve peçeteyi yarama bastırdı.
Angela: Uf! Acıttın be!
X: Özüy dileyim.
Yine cevap vermedim. Peçeteyi dizimin üzerinde bırakıp küçük elini bana uzattı. Gülümseyince dişleri ortaya çıkmıştı.
X: Ben Harry.
Bende küçük elimle onun elini tuttum. Dizimdeki acıya rağmen gülümsemeye çalıştım.
Angela: Bende Angela.
Ellerimiz birleşmiş dururken yanımızda bir gölge gördüm. Başımı kaldırdığımda annem sinirle bana bakıyordu. Evet, dizimi yaralamıştım ve annem yine haklı çıkmıştı.
Şimdiki zaman…
Sabah her zaman gördüğüm, hep onun olduğu rüyaların birini görürken uyandım. Hep aynı yerde kalıyordu. O bana yüzünü dönecekken uyanıyordum. Benim yanıma geliyordu ve bana yüzünü dönecekken ter içinde uyanıyordum. Buna cidden sadece rüya mı yoksa kâbus mu diyeceğimi bilemiyorum. Onu görmek isteyip istemediğimi bilemiyorum.
Yatağın içinde doğrulduğumda çıplak ayaklarımı soğuk betona basmaktan çekiniyordum. Ama mecburen bastım ve anında içim titremişti. Ayağa kalkarken yatağımın yanında duran fotoğrafı gördüm. Gülümseyen, bu yüzden de yeşil gözleri hafif kaybolan bir çocukla yanında duran ben…
Fotoğrafı sinirle elime alıp yırtmak için parmaklarımı ortasına yerleştirdiğimde yine içimde aynı sesi duydum. ‘’ Hatıranı yırtamazsın! ‘’
Bugüne kadar yırttığım bütün fotoğrafların yerine hep yenisi geliyordu. Annem ve babam sağ olsun.
Tanrım! Bu kadar çok fotoğraf çekilmemiz gerekmezdi. Ama birlikte o kadar mutluyduk ki…
Geniş odamın her yeri siyahla çevriliydi. İçimi karartması umurumda bile değildi. Bunu ben istemiştim. Odamı ben dekore etmiştim. Yine odam gibi siyah olan büyük dolabıma gittim. Kapaklarını açıp yine siyah tonlarındaki kıyafetlerimden seçtim. Siyah bir pantolon, siyah bir tişört ve üzerine de siyah bir deri ceket. Ayağıma da siyah botlarımı giydikten sonra siyah, eskiden bukleli olan ve artık her gün düzleştirdiğim uzun saçlarıma yakıştığı gibi yine baştan aşağıya simsiyah olmuştum. Birde bileğimden sadece gerektiğinde çıkardığım, onun dışında hiç çıkarmadığım siyah, deri bilekliğim vardı. Gözlerime siyah kalem çektim ve sırt çantamı omzuma takıp merdivenleri ikişer ikişer atlayıp salona indim. Ağır botlarımın merdivenden inerken çıkardığı ses yüzünden annemler uyandığımı anlamışlardı. Koltukta otururken dönüp bana bakmadan konuşmaya başladılar.
Annem: Yine okulda olay çıkarma!
Babam: Ve okuldan kaçmaya kalkışma!
Gözlerimi devirip evden çıktım. Gittiğimi anlasınlar diye kapıyı hızla çarptım ve Amerika’nın havasını içime çekerek garajda duran siyah arabama doğru yol aldım.
2000…
Ayaklarımın yere değmediği koltuklardan birine oturmuş yaklaşık yarım saattir ayaklarımı sallayıp duruyordum. Gözlerimi yara izi kalmış dizlerime dikmiştim. Sanırım heyecandan dudaklarımı kemirmeye başlamıştım. Annemin omzuma değen eliyle titredim. Ama hala gözlerimi dizlerimden çekip anneme bakmaya niyetim yoktu.
Annem: Angela sen iyi misin kızım?
İri gözlerimi anneme çevirip tereddütle baktım.
Angela: Oyada mıdıy anne?
Annem gülüp başıyla onayladı. Elini omzumdan çekti ve kapıya yöneldi.
Annem: Gitme vakti!
Duyduğum iki kelime heyecanımı daha da çok arttırmıştı. Sadece iki günün ardından onu tekrar görecektim. Koltuktan yere atlayıp annemden önce koşarak kapıya gittim. Boyum kapının kolunu tutmam için yetmiyordu. Ben ayaklarımın ucunda kalkmış, elimi kapının kolunu tutmak için umutsuzca sallarken annem benden önce kapıyı açmıştı. Ayaklarımı yere basıp anneme bakıp güldüm ve çoktan parka doğru koşmaya başlamıştım.
Parka geldiğimde iri gözlerimi merakla açıp etrafı incelemeye başladım. Gözlerim sadece onu arıyordu. Yeşil gözlü çocuğu. Gözlerim tek bir yere odaklandığında onun olduğunu anlamıştım. Bacaklarım birbirine dolanarak koşmaya başladım. Nefes nefese kalmış bir şekilde onun yanına vardığımda ellerimi dizlerime koyup dinlendim. Sonra başımı kaldırıp gülümsedim ve parmağımla omzuna dokundum. O arkasını dönüp gülümsediği anda ne diyeceğimi bilememiştim. Onu ilk gördüğümden beri küçücük bedenim uyuşuyormuş gibi oluyordu ve titremeye başlıyordum. Karnım canımı yakmayarak hoş bir şekilde ağrıyordu.
Benden önce o konuştu.
Harry: Encıya?
Angela: Benim.
Harry: Kızaymışsın.
Korkup ellerimi yanaklarıma bastırdım. Ben hiç kızarmazdım. Ama yüzüm ateş gibi yanıyordu. Ellerimi yüzümden çekince dudağımı ısırdım. Zorla gülümsedim.
Angela: Koştum da. O yüzden.
Harry: Gel.
Harry elimi tutup beni bir banka götürdü. Elimi tuttuğunda daha çok kızarmıştım. Yüzümde hissettiğim sıcaklıktan bunu anlayabiliyordum. Banka oturmak için Harry’nin elini bıraktığımda boyumun oraya oturacak kadar uzun olmadığını hatırladım. Utanıp Harry’ye döndüm. Güldü.
Harry: Ben sana yaydım edeyim.
Önce o banka oturdu. Onun elini sımsıkı tutarak kendimi yukarıya çektim ve bende onun yanına oturdum. Sağıma baktığımda birkaç bank ileride annemin oturduğunu gördüm. Gülerek bana bakıyordu. Bende gülüp ona el salladım. Bakışlarımı Harry’ye çevirdiğimde yeşil gözlerini merakla açmış anneme bakıyordu. Sonra bana bakıp konuşmaya başladı.
Harry: O kim?
Angela: Annem.
Harry gülüp başını soluna çevirdi. Yine bizden birkaç bank ileride oturan annem yaşlarındaki bir kadına el salladı. Kadına önce beni, sonra annemi gösterdi. Birkaç saniye sonra kadın banktan kalkıp benim annemin yanına gidip oturdu. Onlar sohbete daldığında tekrar Harry’ye baktım.
Harry: Anneleyimiz de bizim gibi aykadaş oldu.
Gözlerimi şaşkınlığımdan dolayı irice açtım. Başımı yana yatırıp ona bakmaya devam ettim.
Angela: Biz aykadaş mıyız?
Harry: Bence öyleyiz. Sence?
Başımla onayladım. O an duyduğum mutluluk yüzünden nasıl güldüğümü bilmiyordum ama sanırım bütün dişlerim görünüyordu.
Şimdiki zaman…
Okulun tanınan asi kızı olmak her ne kadar güzel olsa da, her sabah okula geldiğimde arabamdan inerken bütün gözlerin benim üzerimde olması gayet rahatsız edici bir durum. Bu hoşuma gitmiyor.
2002…
Biri kapıyı deli gibi çalıyordu. Bense hala odamda hazırlanmakla meşguldüm. Sonuçta 1. sınıfım ve okulun ilk günü. Aynanın karşısına geçmiş kendime bakarken aşağıda tanıdık bir ses duydum.
Koşarak merdivenlerden inerken düşmemek için dikkat ediyordum. Merdivenlerin sonuna geldiğimde kapıda duran Harry’yi gördüm. Odamdan sesini duyduğumda anlamıştım. Koşarak yanına gittim. Elimi tuttu. Hemen evden çıktık.
Harry: Hadi Angel! Okulun ilk günü geç kalacaksın!
O beni hızla çekiştirirken dönüp anneme el salladım ve öpücük atıp gülümsedim. Bize o kadar güzel bakıyordu ki.
Okulun kapısından içeriye girdiğimizde Harry beni karşımıza çıkan bütün arkadaşlarıyla tanıştırıyordu. Erkekler dışında. Onları tersleyip yanımızdan gönderiyordu.
Benim sınıfım okulun ilk katındaydı. Harry’nin sınıfı benim sınıfımın karşısındaki sınıftı. Benden 1 yaş büyük olduğu için o şu an 2. sınıf. Ama sorun değil. Sonuçta aynı okuldayız. Bu bile çok güzel.
Harry beni sınıfımın önüne götürene kadar elimi bırakmamıştı. Sınıfın önüne geldiğimizde elimi bırakıp yanağıma bir öpücük bıraktı. Sonra geri çekilip gülümsedi.
Harry: Şans getirsin.
Ayaklarımın ucunda kalkıp uzandım ve bende onun yanağına bir öpücük bıraktım. Geri çekilip tekrar yere bastığımda gülümsedim.
Angela: Teşekkür ederim.
Ondan ayrılmak istemiyordum ama başka şansım yoktu. Mecburen sınıfa girdim. O arkasını dönmüş kendi sınıfına giderken sesimi alçaltarak içimden geçen tek bir şeyi söyledim.
Angela: Elimi hiçbir zaman bırakmanı istemiyorum Harold.
Şimdiki zaman…
Gösterişli, büyük okul binasının kapısına doğru yürürken omzumda bir el hissettim. Omzumu kavrayan büyük elden bunun benim koruyucum olduğunu anlamıştım. Ellerini cebine sokup yanıma geçtiğinde o olduğundan emin oldum.
Jacob: Yüzüme baksaydın.
Angela: Yine başlama Jake.
Dalga geçer gibi yüzüne baktığımda her zaman ki gibi saçlarını diktiğini gördüm. Tarzlarımız benzediği için ne giydiğini söylememe gerek yok sanırım.
Sınıfa girdiğimizde en arkadaki yerimizde başkaları oturuyordu. İki zengin züppesi. İyi ki ben onlar gibi değilim.
Önlerindeki sıraya çantamı atıp ellerimi sıranın kenarına koydum. Gözlerimi onlara diktim.
Angela: Siz, hemen, bizim sıramızdan kalkıyorsunuz!
Tam ağızlarını açıp konuşacaklarken parmağımla ağzıma sus işareti yaptım.
Angela: Defolun gidin züppeler!
Umutsuzca başlarını salladıktan sonra yerimizden kalkıp gittiler. Sıralarımıza kurulup ayaklarımızı önümüzdeki sıralara koyduk. Takıntılı İngilizce öğretmenimiz sınıfa girip koca gözlüklerinin arkasından gözlerini dikip bize baktığında yine istifimizi hiç bozmamıştık.
Mrs. Dowsen: Gençler! Ayaklarınızı indirin!
Angela: Siz gözlerinizi üzerimizden çekip oturmaya ne dersiniz hocam?
Pes etmeyeceğimizi bildiği için gözlüklerini düzeltip yerine oturdu. Üzerinde oturduğum sırayı geriye itip başımı duvara yasladım.
Zilin kulak tırmalayan sesini duyduğumda, birde omzumu delercesine parmağını bastıran Jacob yüzünden sinirlerim bozuldu. Ağzımı açacakken Jacob parmağını omzumdan çekip dudağıma bastırdı.
Jacob: Çeneni kapa ve yerinden kalk Zeytin.
Gözlerimi devirip her zaman ki gibi onun sözünü dinlemeyerek çenemi açtım.
Angela: Lanet olası! Bana Zeytin demekten ne zaman vazgeçeceksin?
Jacob: Gözlerine lens taktığında.
Yandan gülüp dudaklarını büktü. Dayanamayıp güldüm.
Angela: Çok pisliksin!
Jacob: Teşekkürler!
Angela: Kapa çeneni!
Jacob: Hadi kalk Carter!
Ayaklarımı sıradan çektiğimde bir derstir öyle durmaktan uyuştuklarını fark ettim. Ne güzel!
Angela: Ah, lanet!
Jacob: Ne oldu yine?
Angela: Boş konuşmayı bırak da yürümeme yardım et!
Cevap vermeyip koluna girmemi sağladı. Sınıftan çıktığımız anda kolundan çıkıp ceketimi düzelttim. Uyuşukluk geçmişti.
Okul koridorlarında yürürken yanımızdan geçen süslü kızlar bana dalga geçer gibi bakıyorlardı. Bu bakışlara çoktan alışmıştım ve umurumda bile değildi. Onlar gibi koluma pullu çantalar takıp rengârenk makyaj yapmayı hiç düşünmüyorum.
2006…
Hafta sonu için Harry’ye söz vermiştim. Denize gidip yüzecektik. Üzerime bikinilerimi ve onların üzerine de mini, askılı elbiselerimden birini giydim. Deniz kenarına geldiğimde Harry’yi bir şezlongda otururken gördüm. Küçükken olduğundan çok farklı olan kıvırcık saçları onu ele veriyordu. Koşarak yanına gittim. Yanağına bir öpücük kondurduğumda yerinden fırladı. Gülümsedi. Yine yıllardır her zaman olduğu gibi içimde fırtınalar kopmaya başlamıştı.
Harry: Ee? Yüzmüyor muyuz?
Angela: Sorman hata.
Gülüp elbisemi çıkaracakken elimi tutup bana engel oldu.
Harry: Ne yapıyorsun sen? Burada bir sürü çocuk var!
Angela: Yani?
Harry: Seni yarı çıplak görmelerini istemiyorum.
Angela: Kıskançlığı bırak Harold.
Harry: Ne zaman bıraktım?
Angela: Asla. Ama yanımda sen varsın. Hadi! Lütfen!
Boynumu yana yatırıp dudaklarımı büktüm. Pes eder gibi nefesini verip başını ‘’ Tamam ‘’ anlamında salladı. Gülüp hemen elbiseyi çıkardım. Beraber denize doğru yürürken Harry ciddi bir şekilde etrafına bakıyordu. Tam denize girecekken olduğu yerde durdu ve kolumu tutup beni durdurdu.
Harry: Şu pislik sana bakıyor!
Harry’nin baktığı yere baktığımda cidden bir çocuğun bana baktığını fark ettim. Harry sinirle çocuğa doğru koşmaya başlayacakken kolunu tuttum. Sinirli bakışlarını bana çevirdi.
Harry: Bırak kolumu Angela!
Angela: Yine kavga etmeni istemiyorum. Kim bana bakarsa baksın ben senin yanındayım.
Harry sakinleşmiş gibiydi. Gülümseyip elimi tuttu. Kendimizi ılık suya bırakırken onun bu kadar kıskanç ve korumacı olmasının hoşuma gittiğini fark ettim.
Şimdiki zaman…
Kantindeki masalardan birine oturduğumuzda yan masalardaki okulun bizim gibi diğer psikopat tipleri gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı. Jacob onlara baktığımı anladığı anda gözlerimi masaya çevirsem de bir işe yaramadı. Bakışlarını çoktan o masaya çevirmişti. Normal bakışları sinirli bir hal alıp tekrar bana çevrildiğinde kavga çıkacağını çoktan anlamıştım. Jacob sandalyesini geri itip kalkmak istediğinde elimle kolunu kavrayıp engel oldum.
Angela: Otur Jake!
Jacob: Sana yiyecekmiş gibi bakamazlar tamam mı?
Angela: Lanet olası otur şu sandalyeye! Beni korumanı istemiyorum!
Jacob: Ama ben hep koruyacağım. Her zaman yaptığım gibi.
Elimi çekip gözlerimi devirdim. Ona bakmadan konuşuyordum.
Angela: Beni korumanı istemiyorum. Çünkü bana onu hatırlatıyorsun.
Yanıma çekilen sandalyeyi gördüğümde içim az da olsa rahatlamıştı. Jacob çenemi tutup başımı kaldırmak istediğinde elini sertçe ittim. Gözümden düşmek üzere olan yaşlara gözlerimi sıkarak engel olmaya çalıştım.
Jacob: O mu? H…
Başımı sinirle kaldırıp titreyen elimi ağzına kapattım.
Angela: Kapa çeneni piç kurusu!
Susacağını anladığımda elimi çektim ve sakinleşmeye çalıştım. Başımı öne eğdiğimde Jacob öncekinden daha hızlı davranıp hemen başımı kaldırdı.
Jacob: Sen Carter Scott’sın ve sen asla başını eğmezsin.
Bir şey diyemedim. Ona haklısın diyemiyordum. Aslında haklıydı. Ama bu gerçek ben değildi. Ben sadece Amerika versiyonu olarak Carter Scott’ım. İngiltere versiyonu ben, bu benden daha sakin, utangaç, çekingen ve masum. Gerçek ben Angela Martin. Yenilen, güçsüz gerçek ben. Bunu sadece ailem ve o biliyor. Ama artık ben asi, sert ve güçlü Carter’ım. Eskisi gibi olmaya da hiç niyetim yok.
2000…
Odamda oyun oynarken annemin bana seslenmesiyle bebeklerimi zorla bırakıp yanına gittim. Gülümseyerek bana bakıyordu.
Annem: Bu akşam misafirlerimiz var.
Anlamamış gibi yüzüne bakıyordum.
Angela: Kimmiş onlay?
Annem: Yeni arkadaşın ve ailesi. Ben davet ettim.
Gözlerimi irice açmaktan göz bebeklerim yerlerinden çıkabilirdi.
Angela: Heriy!
Ortalıkta deli gibi koşup çığlık atmaya başladım. Sonunda yorulduğumda bir yere oturup soluklandım. Mutluluğum tarif edilemezdi.
Şimdiki zaman…
Eve girdiğimde her zaman ki gibi yorgun ve okuldan bıkmış bir şekilde çantamı yere attım. Merdivenlere yöneldiğimde bir ses benim olduğum yerde durmama neden oldu. Donuk bakışlarımı annemlere çevirdiğimde uzun zamandır görmediğim o ciddi bakışlarıyla karşılaştım. Soru soran gözlerle onlara bakıyordum.
Babam: Buraya gel Ange…
Angela: Carter baba!
Babam umutsuzca başını sallayıp yanını işaret etti. Gözlerimi devirip yanına gidip oturdum. Annemde benim diğer boş olan yanıma oturmuştu.
Bir süre sessiz kaldılar.
Angela: Konuşacak mısınız?
İkisi de derin birer nefes alıp dökülmeye başladılar.
Annem: Akşam misafirlerimiz var…
Hemen ayağa kalktım. Onlara dönüp ellerimi belime koydum.
Angela: Bu akşam odamdan çıkmayacağım belli oldu.
Babam: Zaten hiçbir zaman odandan çıkmıyorsun Ange… Carter.
Angela: Güzel. Bu akşam için bahanem oldu işte.
Gülüp konuşmalarına izin vermeden merdivenlere koştum ve hızla odama çıktım. Her zaman yaptığım gibi uykuyu seven bedenim yüzünden, buna eklenen okul yorgunluğuyla birlikte üzerimi değiştirmeden kendimi yatağa attım. Yine amaçsız bir şekilde tavanı izlerken göz kapaklarım uykuma ve yorgunluğuma yenik düştü.
2000…
Annem beni giydirip hazırladığında cidden çok şirin görünüyordum. Sürekli kapının yanında durup onların gelmesini bekliyordum. Zil çalar çalmaz kapıyı açmaya çalıştım ama beceremiyordum. Yine benden önce annem açtı. Babam annemin yanında duruyordu ve karşımızda Harry’yle ailesi.
Öpüp sarılma faslından sonra hepimiz salona geçip oturduk. Ailelerimiz de bizim gibi iyi anlaşmıştı ve uzun süre böyle olacağa benziyor. Harry’nin ailesi benim ikinci ailem gibi. Bu durum çok hoşuma gidiyor.
Gemma gerçekten çok konuşuyordu. Benden büyük olmasına rağmen onunla da Harry’le anlaştığım gibi çok iyi anlaşmıştım. Bütün bu konuşmaların dışında aklımda tek bir şey vardı. Artık bu insanlarda benim hayatımda mıydı yani?
Şimdiki zaman…
Aşağıdan gelen rahatsız edici ve birbirine karışmış konuşmalar yüzünden tatlı uykumdan uyandım. Sinirle yatağımdan kalkıp şu misafirlere susmalarını söylemek için merdivenleri yine ikişer ikişer inip salona girdim. Salonun kapısına arkası dönük olan koltukta üç kişi oturuyordu. Bunların onlar olmamasını umarak güçlükle yutkundum ve yavaş adımlarla onlara yaklaştım. Geldiğimi fark edip ayağa kalktıklarında bana dönüp bakmamaları için içimden dua edip bir yandan da neden burada olduklarını düşünüp kısa sürede anladığım iki kişiye bakıp içimden küfürler saydırıyordum. Bakışlarımı birkaç saniye içinde sadece ona diktim. Yıllardır adını ağzıma almadığım, yüzünü görmediğim çocuğa. Salona girer girmez onu kıvırcık saçlarından tanımıştım ve anında kalp atışlarımın hızlandığını, bu yüzden de nefes alışverişlerimin hızlandığını hissetmiştim. Daha onu görmeye hazır değildim. Ama bu sefer rüyamdaki gibi olmadı. Yüzünü bana döndüğünde siyah gözlerim onun yeşil gözlerine kenetlenmişti. Gözlerimiz birbirine çok şey anlatıyordu ama tarif edilemezdi. Olduğum yerde donup kaldığımı fark ettim. Hareket edemiyordum. Gözlerimden yaş akmasından, ağzımdan onun adının çıkmasından korkuyordum. Tek yaptığım yıllardır hayran olduğum o yeşil gözlere bakmak oldu.

StayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin