22. Bölüm - ''Necklace''

1K 28 0
                                    

2009…

Mezuniyet balosunun olacağı salona çoktan gelmiştik. İkimizin masasında oturuyordum. Onsuz ve yalnız.

Tanrım. Yine nereye kaybolmuştu bu?

Her neyse.

Birazdan gelir herhalde.

Umarım.

Ben tırnaklarımla masa da ritim tutarken – ki bu ritim salonda yankılanan müzik sesinden dolayı hiç duyulmazdı. Gerçi önemli de değildi. – görüş alanıma giren kıvırcık bu ritmi durdurmama neden olmuştu.

Yüksek seslik müzik yüzünden, sesimi çıkarabildiğim kadar yüksek çıkarmaya çalışıyordum. Oysa öylece bana bakarak gülümsüyordu.

Angela: Nereye kayboldun sen?

Harry: Mm, sana bir şey getirdim.

Kaşlarımı merakla kaldırıp ona soru soran gözlerle bakarken, yanıma geldiğinden beri arkasında sakladığı elini önüne çıkardı. Parmaklarının kavradığı kan kırmızısı rengindeki gülü görünce, elimde olmadan gülümsemeye başlamıştım.

Harry: Senin için.

Elim, kendiliğinden güle uzanmıştı. Bu sefer, ben elimle gülü kavradığımda, kalbim resmen deli gibi atıyordu.

Harry: Bahçedeki güllerin arasından seçip kopararak sana getirdim.

Ben; o içimi rahatlatan sesini dinleyerek huzur bulurken, onun; içten gülümsemesi yok olmuştu. Hevesle bakan gözlerine, heyecanla ısırdığı dudakları eşlik ediyordu.

Harry: Şey… Ben hoşuna gider diye düşünmüştüm. Senin mutlu olmanı istedim.

Bakışları; sanki yalan söylüyormuş da, benim inanmamı bekliyormuş gibiydi. Ama neler olduğunu anlayamamıştım. Birden tuhaflaşmaya başlamıştı.

Dudaklarını son kez aralayarak, o güçlü çıkmak için çabalayan kısık sesiyle yine o lanet sözün ağzından çıkmasına izin verdi. Tabi ki; bu söz, benim yine donup kalmamı sağlamıştı. Ve bütün mutluluğumu yok etmesini de sağlamıştı. Yine.

Harry: Sonuçta biz kardeşiz değil mi?

Zorlukla gülümsemeye çalışıyordu. Bense hiç böyle bir çaba içinde değildim. Sahte bir gülümsemeyi bile yüzüme yerleştirecek kadar gücüm yoktu. Ne yazık ki hiç gücüm yoktu.

Cevapsız kalan sorusu havada asılı kalmıştı. Bense öfkemi yüzümde belli etmemek için yumruklarımı sıkmıştım. Yumruklarımı sıktığım andaysa; gülün sivri dikenleri elime batarak canımı yakmıştı.

Elimden aşağıya süzülen sıcakkanımı umursamadan oturduğum yerden kalktım ve Harry’ye bakmadan hızlı adımlarla tuvalete gittim.

Tuvalete girdiğimde burada kimsenin olmaması içimi az da olsa rahatlatmıştı.

Kendimi yere atıp sırtımı duvara yasladım. Sırtım soğuk duvarla buluştuğu anda tüm bedenim ürpererek titremişti.

Hala elimde sımsıkı tuttuğum gülü ileriye, yere fırlattım. Elimdeki kanın yarısı gülün sapına bulaşmıştı. Gülü ileriye, yere fırlattığımda; gülün sapına bulaşan kan, beton zeminde yayılmaya başlamıştı.

Başımı arkama, duvara yaslayıp gözlerimde zor tuttuğum gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Mezuniyetimde bile ağlıyordum. Ve yine onun yüzünden.

Yine tahmin ettiğim şey olmamıştı.

Ne zaman olmuştu ki zaten?

Sonuç yine hayal kırıklığıydı.

StayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin