Her sene birkaç kere anneannemleri ziyarete giden annem bu defa ısrarla benim de gelmemi istiyor. Rüyasında Elif'i görmüş. Yakup ağabeyim niye hiç gelmiyor, demiş. Kayseri'ye yıllardır maaile gitmiyoruz. Annem genellikle ya babamla ya da ağabeyimle gider. Benim nedense böyle bir isteğim olmadı. Kayseri'yi görmedikçe sevmemeye başlamışım, bunun nedenini de bilemiyorum. İnsan doğduğu yeri sevmek zorunda diye düşündüğümden kendimi çok sorguluyorum. Oysa nereye ait hissedersen, nerede rahatsan orayı seversin... Adana, Kayseri'nin yerini almışsa bunda Adana'nın payı büyük elbette.
Annem rüyayı bana yaşlı gözlerle, perişan bir şekilde anlatınca kıyamıyorum ona, "Olur" diyorum. "Cuma günü birlikte yola çıkalım, pazar günü de döneriz." Annem gözlerinde minettar bir ifade hakimken bana sarılıyor, Elif'e beni götüreceği için mutlu, hatta bu ona bir anda takat aşılamış gibi. Ona sımsıkı sarılırken, kardeşimi özlediğimi söylüyorum.
Gitme mevzusu netleşince annem hazırlıklara başlıyor. Babam evde kalacağı için ağabeyim ve yengem hafta sonu bizim evde kalacaklarını söylüyorlar. Bu, ardında bıraktığı babam için endişelenen anneme gönül rahatlığıyla yapacağı bir yolculuğu vaat ediyor.
Ben de Kayseri'ye gideceğimi Nurefşan'a haber veriyorum, sebebini söyleyince sesi düşüyor.
"Gitmeden önce buluşalım mutlaka." diyor.
Hemen kabul ediyorum. Kayseri'ye gitme kararını aniden almam beni olduğu kadar Nurefşan'ı da şaşırtmış olmalı. Üstelik gitme nedenim kız kardeşimi ziyaret etmek olunca onda hiç beklemediğim tepkiler görüyorum. Vedalaştığımız gün iki elimi de tutup başını kaldırıyor. Yüzünde bir enik kadar sevimli ve muhtaç bir ifade hakim.
"Yanında olmayı çok isterdim Yakup. Kız kardeşini ziyaret etmek isterdim, ağabeyini bir de benden dinlesin isterdim. Sanma ki yanında yokum diye... yanında yokum diye üzüldüğünü, yalnızlığını hissedemem. Ben her zaman senin yanındayım... Burada olduğum sürece." Diyor elini kalbimin üzerine koyarak.
"Nurefşan'ım." Eğilip başına bir öpücük konduruyorum. Bu hassasiyeti kalbimde bir yerleri darmadağın ediyor. Göğsümde devinen hasret daha şimdiden bir kırbaç gibi onun her bakışında kalbime iniyor. Saçlarını okşuyorum, yüzünün sıcaklığına değdiriyorum parmak uçlarımı. Ay yüzünün şavkı bulaşsın istiyorum parmaklarıma, onunla aydınlanayım istiyorum.
Telefonda ona bu ayrılığın sadece iki gün süreceğini söylemedim. Sanırım uzun süre orada kalacağımı sanıyor. Ellerim yanaklarıyla buluşuyor yeniden. O da başını yatırıyor avuç içime. Biraz daha böyle devam ederse gidemeyeceğimden korkuyorum. Aynı zamanda da onu böyle görmek hoşuma gidiyor. Bu yüzden ona iki gün içinde geri döneceğimi söylemekten kaçınıyorum. Belirsiz bir yolculuğun meydana getirdiği hasret korkusu ona çok yakışıyor.
Ben bunları aklımdan geçirirken ellerime daha çok asılıyor. Sesi mızmızlanan bir çocuk gibi çıkıyor, "Hemen gitme ama... biraz daha kal yanımda."
Eve dönme saatinin geldiğini haber vermem gerektiğine inanıyorum. "Geç kalacaksın bugün?"
"Olsun. Bir kerelik bir şey olmaz."
Onunla sarmaş dolaş Adana'nın portakal çiçekleri kokan sokaklarını arşınlıyoruz. Öylesine büyük bir mucize ki bana, ondan öncesinde tattığım bütüm mutlulukları gölgede bırakıyor. Biraz acıkınca bir büfeden sıkma alıp yiyoruz. Sıkmalarımızı yerken kilo aldığına dair ona takılınca bana omuz silkiyor.
"Yememe laf ediyorsun ama yeni yeni böyle yemeye başladım ben. Hele küçükken iştahım yok diye annem bana hep balık yağı içirirdi."
"Hadi canım, işe yaramış demek ki!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çile
General Fiction-TAMAMLANDI- Ellerini öpüyorum ve yavaşça bornozunu omuzlarından sıyırıyorum. Beklediğim gibi bir göğsü yok. Sol göğsünün olması gereken yerde bir yara izi var.... Karşımda kanseri yenmiş genç bir kadın var. Yaşadıklarını yok saymak onun için ne ço...