15. Bölüm

7K 563 71
                                    

Annem sürekli ne zaman geleceğimi soruyor. Bu sorusunu hep geçiştiriyorum. İçimden gelmiyor Adana'ya dönmek... Nitekim benim bu hissiyatımın aksini paylaşan gurbetçiler yaz gelince göçebe kuşlar gibi teker teker yuvalarına geri dönüyorlar. Burada edindiğim birçok eş dost Türkiye yolcusu olunca kendimle baş başa kalıyorum.

Gurbetçileri bir nebzede olsa anlıyor olmak buruk hissettiriyor. Öz yurduna bir misafir gibi gidiyor olmak, vatanınla kavuşmanın dönüşünü bildiğin bir seyahattan ibaret olduğunu fark etmek ne kadar acıdır kim bilir. Zafer ağabey üzerinde daha önce düşünmediğim bir cümle sarf ediyor gitmeden önce, "Bizlerin gerçekte ait olduğu bir yer yok aslında. Ne tam olarak oralı olabiliyorsun ne de tam olarak kaldığın yeri benimseyebiliyorsun. Türkiye'de "Almancı'sın" burada  yabancı, Türk. Her iki ülke de senin kalıcı olmadığını düşünüyor, bir gün gideceğini düşünüyor. Haklılar da... Bir ömür bir yeri bırakıp diğerine kavuşmakla geçiyor."

Ne demek istediğini anlıyorum, hissediyorum. Gurbette olmanın çok matah olduğunu sanan insanlar olduğunu da biliyorum. Küçükken benim için Almancılar tadına bayıldığım fındıklı çikolata demekti. Yurt dışında akrabası olan çocukların sahip olduğu güzel oyuncak arabalardı belki de... Yahut o çocukların Almanya'dan gelen ve Türkçe'yi doğru konuşmadığı için alay ettiğimiz, içten içe onlara imrenirken, kıskanırken, onları incittiğimiz kuzenlerinden ibaretti.

Almanya benim için hiçbir zaman minaresiz de olsa bir cami inşa etmek için mücadele edilen bir ülke olmadı. Ya da Alman işçilerle aynı saygıyı ve değeri görebilmek için hep onlardan daha çok çalışmamız gereken bir ülkede olmadı. Benim için çikolatadan ibaretti bu ülke. Sadece çikolata...

Zafer ağabeyler de izine giderken beni sıkı sıkı tembihliyorlar. Eğer Türkiye'ye gidersem mutlaka onunla Türkiye'de buluşacakmışım...

Annemin ve babamın ısrarını kulak ardı ederek o sene onları ziyarete gitmiyorum. Claudia'yla buluşuyoruz arada bir, aramızdaki ilişki dostluktan çok başka bir boyuta taşınıyor. Bana taşınıyor örneğin, bundan zerre şikayetçi de değilim. Yalnızlık şikayet etmesedem de bana göre değil zira, onun evdeki varlığına fazlasıyla ihtiyacım var.

Annemle görüntülü konuşurken bazen Claudia da yanımızda oluyor. Annem pek bir seviyor Claudia'yı, müslüman olur mu acaba diye sorup duruyor bana. Sarışın ve mavi gözlü olması onun için yeterli sanırım... Sık sık bana, ona dinimizi tanıtmamı tembihliyor ama bunu boş bir çaba olarak görüyorum. Claudia'nın Hristiyan olması beni hiç rahatsız etmiyor. Ki kendisi de çok öyle dinine düşkün bir kadın değil, pazarları kiliseye gittiğine hiç şahit olmadım. Tabii dini bayramlarını kutluyor, bu da onun için yeterli sanırım.

Almanya'da girdiğim ilk yılbaşında Almanlara çok büyük bir hayranlık besliyorum. Aralık ayındaki Noel dedikleri dini bayram dolayısıyla oluşturdukları o atmosferler, bayrama özgü satışa sunulan marketlerdeki pasta ve kurabiye, gelenek olarak bana tanıdık geliyor. Bizdeki Ramazan pidesi veya sadece bayramda yapılan güllaç gibi sırf noel zamanında her markette Lebkuchen sattıklarını görüyorum.

Yılbaşında ülke ışıl ışıl, her yer bir çam ağacı gibi süslü ve ışıltılı. Yılın son gününde de herkes sokağa çıkıp havai fişek patlatıyor. Ertesi gün de sokaklarda büyük bir çöp yığını oluşuyor.

Genelde zengin mühitinin bulunduğu Wasserturm'da patlatılıyor havai fişekler. Şampanya şişesini kapıp orada hava fişekleri izlemeye gelen de var, Claudia gibi.

Onunlayım o gece, şampanya içip yeni yılı kutluyoruz ve bunu tutkulu bir öpücükle sonlandırıyoruz.

Çok mükkemmel bir kadın aslında. Neşeli, sevimli, yardıma muhtaç gibi görünse de fazlasıyla güçlü. Onun yanında kendimi iyi hissediyorum. Hatta bazen keşke ona aşık olabilsem diyorum. Keşke onu başka türlü sevebilsem...

ÇileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin