Nurefşan Elâzığ'dan üç hafta sonra dönüyor. Ben de ona sokağına girerken rastlıyorum. O beni görmüyor, sırtı bana dönük. Onu sırtından, sırtına dökülen uysal saçlarından tanıyorum... Günlerin geçmesi işe yaramış gibi duruyor, öğrendiğim ilk gün onu görseydim peşinden gider, yakasına yapışırdım. Muhtemelen ağzımdan fırlayacak birkaç kötü söze de engel olamazdım.
Hayat ne garip... Dokunmaya kıyamadığına ertesi gün hançeri saplayabilecek raddeye geliyorsun.
İşe gidiyorum, öfkem içinde patlamaya hazır bir volkan. Ona kırgınım, kızgınım, geldiğimiz nokta için üzgünüm. Nefretimin önüne hiçbir güzel anı geçmiyor. Tam aksine nefretimin ateşini körükleyen odun misaliler, hatırladıkça hırslanıyorum.
İşten çıkar çıkmaz onu arıyorum, Adana'ya dönmesiyle birlikte artık ona ulaşmam kolaylaşıyor. İçimde açtığı yara zamanın o süründüren zarfında kapanacağına daha çok açılıyor. Zaman ilaç olacağına, sancılarımı tetikliyor. Her saniye dert kusuyorum. Dakikalar göğsüme acı diye çentikler atıyor. Zaman, kül tablamda sönüp giden izmaritler silsilesi artık...
Bana unutmanın lütuf olduğunu söyleyen o kızı nasıl unutacağımı düşünüyorum. Ölümsüz olan hiçbir şey yok bu dünyada amenna... Her şeyin iyi kötü bir sonu var. Bizim de kötü bir sonumuz olacağını hesap etmiş olmalı ki gitti. Ama anılarımdan ne istiyor? Onunla ilgili hatıralarımı nasıl karalamaya çalışır? Nasıl böylesine fütursuzca beni yıkmayı amaçlayabilir?
Telefondaki durgun sesini anımsayıp kendime kızıyorum. Sık sık buluştuğumuz kafede onu beklerken sakin kalmak için büyük bir çaba sarf ediyorum. Geliyor sonra, gözlerimin ta içine bakıyor. Sanki meydan okuyor bana, senden korkmuyorum diyor... Başımı sallıyorum, gülüyorum haline. Her şeyi öğrendiğimi biliyor elbette, bu yüzden kendini yersiz bir muhabbetin ortasına atmıyor. Ona hesap sormak için tutuşsam da bunu yapmıyorum... Ona sormadan ona çay söylüyorum, ben de yeni bir sigara yakıyorum.
Ona bakarken kendimi paylayıp duruyorum. Karşımda hiçbir şey olmamış gibi, sanki hiç gitmemiş gibi oturması dizlerimin bağını çözüyor. Hala güzel diye geçiriyorum içimden, hala köpekler gibi ona aşığım. Ve ne yazık ki... hak etmeyen birini seviyorum.
Biraz daha iyi olduğunu fark ediyorum. Bıraktığım gibi değil. Yüzü daha sağlıklı duruyor. Ve özlediğimden olmalı sanırım, gözlerimi ondan alamıyorum.
Sıkıntılı, konuşmak için kendini zorladığını görüyor, ama ona yardımcı olmak istemiyorum. Ona kızgın olmaktan öte kırgınım. Ne olacağımıza karar verememenin öfkesi de içimde.
"Evleneceğini duydum." Sesim bana bile yabancı geliyor. O eski sıcaklığım hala içimde ama ona bunu bir türlü yansıtamıyorum. Güveni incinen içimdeki o saf adam beni hep dikkatli olmak konusunda uyarıyor, beni olmadığım biri gibi davranmaya itiyor. Oysa ona bağırmak istiyorum, midemden boğazıma doğru acı bir sıvı yükseliyor, susmak bana acı veriyor. Omuzlarından tutup sarsmak geliyor içimden. İhanete uğramış gibi hissetmem doğru olan mı bunu da bilemiyorum.
Eğik duran başı bu sorumla birlikte kalkıyor ve bana şaşkın bir şekilde bakıyor. "Bu da nereden çıktı?"
İnkar mı ediyor diye geçiriyorum içimden. Sert çıkmasına engel olamayarak sesimi yükseltiyorum. "Benden sürekli bir şeyler gizlemeyi alışkanlık edindin herhalde? Dilara Bülent'e söylemiş."
Kaşları çatılırken oturuşunu dikleştiriyor. Alnını ovup sakin kalmak için çabaladığını görebiliyorum. "Kimin yalan söylediğini bilmiyorum, ama ben öyle bir şey demedim. Evet, beni istemeye gelenler oldu, ama kabul etmedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çile
General Fiction-TAMAMLANDI- Ellerini öpüyorum ve yavaşça bornozunu omuzlarından sıyırıyorum. Beklediğim gibi bir göğsü yok. Sol göğsünün olması gereken yerde bir yara izi var.... Karşımda kanseri yenmiş genç bir kadın var. Yaşadıklarını yok saymak onun için ne ço...