24. Bölüm

6.5K 621 51
                                    

Düğünü bitirip eve gelince Nurefşan'ın söylediklerini aklımdan çıkaramıyorum. Tabii sonuçta evde olduğumuz gibi yakın davranamazdım Nurefşan'a ama iki yabancı gibi olmak... Bunu nasıl başaracağımı hiç bilmiyorum. Mesela onlarda kadın ve erkek hâlâ ayrı yemek yermiş. Eve misafir gelince bile erkeklerin sofrasını ağabeyleri kurarmış. Bütün Kürt ailelerinde aynı gelenek mi var yoksa bu sadece Nurefşan'ların ailesinde mi geçerli? Zafer ağabey'ler böyle değildi mesela, acaba Yasemin abla gelin gittiği ailenin kültürüne mi uyum sağladı?

Anlattıklarında bir diğer şaşırdığım nokta da şuydu, ağabeyleri babalarının yanında çocuklarını sevemez, onlara "oğlum" ya da "kızım" diye hitap etmezmiş.

Üstelik sebebi de yokmuş bütün bu yasakların. Sadece ayıpmış...

Bizim de böyle ayıplarımız var mı diye düşünürken buluyorum kendimi.  Babamla bir rakı masasında oturup iki kadeh atmadık saygımızdan, sevdiğim kızları hiç anlatmadım, edep dedik mesela, bunlar da bizim ayıp saydıklarımız mı?

Aynı ülkede yaşayıp nasıl böyle farklı kaygılarımız olabilir? Saygı kavramı da kültür ile farklı tanımlar kazanabiliyor. 

Aklımda geleceğimiz ile ilgili birçok soru ve cevap dolaşırken banyomu yapıp yatağa atıyorum kendimi. En sonunda, onunla evleneyim de bu ayıplar vız gelir diye düşünüyorum. Onu istediğim gibi istediğim yerde severim. Kimse de bana karışamaz.

Ertesi sabah haberlerde Elazığ Emniyet Müdürlüğü yakınlarında patlama diye bir son dakika haberi görüyorum. Haber yeni olduğu için pek ölü veya yaralı sayısı verilmiyor ama aklıma nedense Nurefşan geliyor. Hemen odama gidip onu arıyorum. Telefonu açıyor ve ona bu kötü haberi maalesef ilk ben vermiş oluyorum. Telaşla akrabalarını araması gerektiğini söylüyor. Dayısı oğlunun polis olduğunu o gün öğreniyorum.

Kahvaltıda ve gün içinde televizyon sürekli açık kalıyor. Önce Diyarbakır ve Van'daki terör olaylarından sonra bu olay beni allak bullak ediyor.  Ben bir elimde telefonla Nurefşan'dan haber beklerken yavaş yavaş birkaç dakika da olsa rakamlardan ibaret olan birçok kayıp hayata şahitlik ediyoruz.

Nurefşan'a o gün ulaşamıyorum. Ertesi gün de... Bu merakımı bitiren haber Dilara'dan geliyor. Nurefşan'ın ablasıyla konuşmuş, korktuğum gibi Nurefşan'ın kuzeni patlamada şehit düşmüş. Bu yüzden apar topar Elazığ'a gitmişler.

Şehit haberi almak ne demek yaşamayan bilmez. Saç baş yolan gözü yaşlı anne hatırlıyorum ben, dış kapının eşiğine yıkılan bir baba hatırlıyorum. Küçüktüm dayım şehit olduğunda, ama annemin bir abla olarak kardeşi için nasıl ciğeri sökülmüşcüsüne ağladığını çok iyi hatırlıyorum.

Nurefşan ne kadar yakındı kuzenine bilmiyorum ama bu kaybın onu yıkacağını biliyorum. Hiç yüzünü görmediği şehitler için bile üzülürdü çünkü o...

Sahi ne zaman bitecek bu zulüm? Nasıl duracak topraklarımızdaki kan? Daha kaç haine kurban gideceğiz? Daha kaç kere öleceğiz? Bu zulme kölelik artık eskisi kızdırmıyor beni, ürkütüyor. Yaşadığımız vahşetlere alışıyor olduğumuzu görmek insanoğluna duyduğum bütün insani duygularımı uyuşturuyor adeta.

Hürriyet! Birçoğu için insanlarımızın kılçıklarının arasından dumanı tüten bir hayvan dışkısı... Artık kimse iyiliğin, iyi insanların kazanacağına inanmıyor. 

Umut etmeliyim hâlâ. Umut etmek özgürlüğün en güzeli...

Gün gelecek dünya tersine dönecek ve bütün zalimler zulüm görenlerden medet umacak, buna tüm kalbimle inanmak istiyorum.

Biz en kötüsüyüz, en korkuncu... Zalim ile mazlumu seçip de sessiz kalanlar... Nurefşan maalesef ki haklıydı, gün gelecek ve biz kendi pişmanlığımızın prangalarını sökemeyecek hale geleceğiz. O zaman... o zaman tek kurtuluşumuz bağışlanmak olacak; biz sıcacık evimizde oturup sevdiklerimizle sevgi köprüleri örerken bakışlarımızın arasına, ülkenin ücra köşelerinde birileri daha birkaç gün önce arkadaşlarıyla kahvehanede oturup okey oynarken bugün, gecenin en zehir saatinde ranzasında uyumakla uyanmak arasındaki o çetrefilli bekleyişini sürdürüyor.

ÇileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin